Gagae (Gagai) / Gaxa antik Kenti / Antalya, Finike, Aktaş
Gagai Antik Kenti, Finike – Kumluca arasında, Finike körfezinin doğusunda, Gelidonya burnunun batısındaki Karagöz limanının kuzeybatısında yer almaktadır. Yöresel ismi Aktaş olan, bugünkü konumu ile Kumluca'nın 10 km. güney-doğusundaki Yenice Köyü’nün 4 km. güneyinde, beyaz kartel küçük bir tepenin üzerinde kurulu antik bir kentti.
Antik kaynaklarda yerleşim adı “Palaion Teikhos” ya da “Eski Kale” olarak geçmektedir. Galae Antik Kenti’nin ismi, eski Anadolu dillerinde bulunan ve Likçe yazılı sikkelerde “gaxe” olarak geçmektedir. Bu nedenle “gaganın halkı” anlamına gelen “gagae” kelimesinin “hahha” kelimesinden türetildiği tahmin edilmektedir. Kentin kurulduğu yerin yakınlarında, “Gales” adında bir akarsu ve linyit olacağından kentin ürünlerinin geldiği ve ihtiyaçlarının karşılandığı tahmin edilmektedir. Antik adıyla ilgili yine birçok kaynakta Dorca “toprak” anlamına gelen “Ga” kelimesinden türetildiği yazmakla birlikte, gerçekle alakası olmayan söylenceler de ortada dolaşmıştır. Bunlardan biri şöyledir; Rodoslu, Nemius adında bir komutanın Likya ve Kilikyalı korsanlara karşı kazandığı savaş sonrasında, azgın bir fırtınanın içine dalarak gemisini tehlikeye düşürdüğü, geminin tayfasının karayı görünce karayı kast ederek “ga” anlamına gelen kelimeyi üst üste “ga ga” (toprak toprak) diye tekrarlaması ürerine, buraya “Gagae” dendiği söylencesidir.
6. yüzyılın Bizanslı coğrafyacılarından olan ve Bizans İmparatorluğunun idari bölümlerinin ve şehirlerinin herbirinin listesini içeren Synecdemus (Synekdemos)’un yazarı olarak atfedilen Hierocles (Hierokles)’e göre Myra Metropolis’ine bağlı Likya Eyaleti şehirlerinden biridir. “Gagai, Patara, Milarium Lyciae’nin doğruladığı doğal arazi izlencesine göre, İ.S. 1. yy.’da, Limyra-Korydalla-Gagai-Korykos güzergâhında yer almaktadır. Deniz yolu bağlantıları da öncelikle Karaöz (Korsan Koyu) ve olasılıkla Finike limanları aracılığıyla sağlanıyor olmalıydı. Kara ve deniz yollarının kontrolü de, her yanı rahatlıkla gören Gagai kulesinden yapılmaktaydı. Kente çıkan yol doğu kesimden şehre bağlanıyordu. ” (1)
Gagae Antik Kenti Rhodiapolis ve Corydalla Antik Kenti ile oluşturulan bir sympoliteia (siyasi birlik) kurduğu ve bu birlik içinde başı çeken Corydalla Antik Kenti liderliğinde Likya Birliği’ne katılarak temsil edildikleri anlaşılmaktadır. İlk sikkesini klasik dönemde basan Gagae Antik Kenti, tarihte sikke basan kentler arasında yer almaktadır.
“Gelidonya Burnu ve Uluburun batıkları İ.Ö. 14 ve 12. yy.’da limanı olan sahil kentlerinde Tunç Çağ yerleşimleri olduğunu göstermektedir. Zaten, Gagai’nin Gaxe, Limyra’nın Zummari (Zemuri), Patara’nın Patar ve Rhodiapolis’in Wedrei gibi eski Anadolu isimleriyle biliniyor olması bu durumu açıkça desteklemektedir.”(2)
MS 4. yüzyılın sonlarında Smyrna’da ortaya çıkan, Quintius Smyrnos (Kokaintos Smyrnaios) adındaki bir Yunan destanında, Athena Gagai’ye bağlı Melanippe’de Athena Tapınağı olduğunu söylemektedir. Klasik Dönem Gaxe sikkesinden ve bulunan bir yüzük taşı üstündeki Athena Parthenos’tan kentte inanılan asal tanrının Athena olduğu açıklıkla anlaşılmaktadır. Tanrıça Athena’nın antik kentte yer alan betimlemesinden dolayı, kentte kutsal sayılan tanrının, zekâ, sanat, strateji, ilham ve barışı simgeleyen Athena olduğu tahmin edilmektedir.
Roma Mitolojisinde “Miverna” diye anılan ve Etrüsk mitolojisindeki hikmet, akıl, savaş, sanat, okul ve ticaret tanrıçası olarak tanınan tanrıça öğelerinin çoğunun Athena’ya da atfedildiği görülmektedir. Sembolleri; mızrak, kalkan, zeytin dalı ve baykuştur. Athena’nın babası tanrıların başı Zeus, annesi ise Zeus’un ilk karısı olan ve hikmet tanrısı Metis’tir.
Roma Dönemine ait kaynaklardan adına sıkça rastladığımız kente, hemen her Likya Antik şehrinin inşa ya da depremden gördüğü zarar nedeniyle tamiratında bağış yapıp, yardımseverliği ile adını tarihe altın harflerle yazdırtan Opramoas’ın, kentin hamam inşaatın için bağış yapmıştır.
Yörede yeteri kadar bilimsel anlamda arkeolojik kazıların yapılmamış olması, diğer Likya uygarlığının sınırları içerisinde kalan pek çok antik şehir gibi, Gagae Antik Şehri hakkında da elimizde çok fazla bir veriye ulaşılamamasına neden olmuştur. Bugünkü konumuyla iki tepe üzerinde yer alan kalıntıların hangisinin akropole ait kalıntıların izlerini taşıdığı bilinmemektedir. Burada erken Bizans dönemine ait dikdörtgen formlu bir kalenin duvarı ile bölgenin her yerine hâkim, en yüksek tepesine kurulmuş bir kule vardır. Sur duvarlarının 6.-7.yüzyıllarda bölgeye gerçekleştirilmiş olan Arap saldırılarından dolayı yapıldığı tahmin edilmektedir.
Taşlarına kadar yağmalanmış antik kente ait su kemerinin taşların günümüze kadar gelebilmesi, büyük bir mucizedir! Eldeki kalıntılar ise en erken döneme ait yapı kalıntıları olarak tarihlenmekle birlikte, aynı dönemlere tarihlenen alt yapı kalıntılarının olması, kentin bir zamanlar planlı bir şehir olduğu ve yaşantısının seviyesini belirtmesi bakımından önemli bir veridir. Roma döneminde büyümüş, gelişmiş olan kentin tepenin eteklerinde ve düzlüklerde kalıntılarına rastlanmaktadır. İki tepesi olması nedeniyle iki akropolün olduğu düşünülecek olsa da her ikisinden eser yoktur. Her iki tepenin kara ve deniz yolları rahatlıkla kontrol edilebilecek bir konuma sahip olması, yerleşim yerinin özenilerek seçildiğini ortaya koymaktadır. Akropol, aşağı akropol, kent merkezi ve nekropol alanlarından oluşan antik kentin daha yüksek olan tepede, İlk Çağ surlarından arta kalmış küçük parçalar vardır.
Aşağı akrapolün içindeki kule kalıntısı 10.-12. yüzyıllara tarihlenmiş, akropolün batı ve kuzeybatı yönündeki düzlükler ise Gagai Antik Kenti’nin merkezini oluşturmuştur. Kamusal yapı, hamam, tiyatro, su kemeri ve çeşme gibi kamusal hizmet veren eserlere ait yapı kalıntılarında görülen yoğun tahribat nedeniyle bu düzlükte yer aldığı söylemek, tamamen tahminden öteye gitmemektedir. Akropolün kuzey yamaçlarında yer alan ve Helenistik ve Roma dönemi özellikleri gösteren kayalıkları, kentin nekropolüdür. Kentte Likya tipi hiçbir mezara rastlanmaması ilginç bir detay olmakla birlikte, düzlükte sadece kalıntılarına rastlanan antik kentin, deniz yolu ulaşımı vasıtasıyla çok kolay bir şekilde eserlerin çocuğunun kaçırılabileceği ihtimali düşünülebilir.
Daha küçük olan diğer tepede ise Bizans devrine tarihlenen sur parçalarına rastlansa da antik kentlere yakın yerlere kurulan köylerin, bu kentlerin taşlarını kullanmak amacıyla şehirden götürmeleri, onlara, tarihe ve geleceğe her zaman zarar vermiştir/veriyor. Nitekim bugün şehre ait kadim taşları görmek ve onlara dokunmak istiyorsanız, bölgeye en yakın yerleşim yerindeki evlerin kentin taşlarından yapılan duvarlarını ziyaret edebilirsiniz! Zira Mavikent’in Yenice mahallesinde, ağaç ayaklara oturtulmuş, penceresinden sardunyalar sarkan şirin ahşap evler, bölgenin mimarisi konusunda bir özelliğe sahipken, ahşap ev geleneğinin devam ettirilmeyip, beyaz badanalı evlerin bir kısmının bu taşların eseri olması, tarih ve miras bilincimizi bir kez daha gözden geçirmemizi, kültürel devamlılığa ise hiç önem vermediğimizi bizlere öğütlemektedir.
1960’lı yıllarda bölgede yapılan bazı saptamalarda varlığından haberdar olduğumuz tiyatro, bu günkü yapılaşmanın etkisiyle taşları söküldüğünden, geriye sadece kurulduğu bölgenin neresi olduğunu biliyoruz. En çok da Prof. Dr. Nevzat Çelik’in yaptığı, yakın tarihlere rastlayan arkeolojik araştırmalar ve çalışmalar. Ve antik kente ait neredeyse tüm veriler Sayın Çelik’in emeğinin bir ürünüdür.
Kaynak: blog.delphinhotel.com
Antik kaynaklarda yerleşim adı “Palaion Teikhos” ya da “Eski Kale” olarak geçmektedir. Galae Antik Kenti’nin ismi, eski Anadolu dillerinde bulunan ve Likçe yazılı sikkelerde “gaxe” olarak geçmektedir. Bu nedenle “gaganın halkı” anlamına gelen “gagae” kelimesinin “hahha” kelimesinden türetildiği tahmin edilmektedir. Kentin kurulduğu yerin yakınlarında, “Gales” adında bir akarsu ve linyit olacağından kentin ürünlerinin geldiği ve ihtiyaçlarının karşılandığı tahmin edilmektedir. Antik adıyla ilgili yine birçok kaynakta Dorca “toprak” anlamına gelen “Ga” kelimesinden türetildiği yazmakla birlikte, gerçekle alakası olmayan söylenceler de ortada dolaşmıştır. Bunlardan biri şöyledir; Rodoslu, Nemius adında bir komutanın Likya ve Kilikyalı korsanlara karşı kazandığı savaş sonrasında, azgın bir fırtınanın içine dalarak gemisini tehlikeye düşürdüğü, geminin tayfasının karayı görünce karayı kast ederek “ga” anlamına gelen kelimeyi üst üste “ga ga” (toprak toprak) diye tekrarlaması ürerine, buraya “Gagae” dendiği söylencesidir.
6. yüzyılın Bizanslı coğrafyacılarından olan ve Bizans İmparatorluğunun idari bölümlerinin ve şehirlerinin herbirinin listesini içeren Synecdemus (Synekdemos)’un yazarı olarak atfedilen Hierocles (Hierokles)’e göre Myra Metropolis’ine bağlı Likya Eyaleti şehirlerinden biridir. “Gagai, Patara, Milarium Lyciae’nin doğruladığı doğal arazi izlencesine göre, İ.S. 1. yy.’da, Limyra-Korydalla-Gagai-Korykos güzergâhında yer almaktadır. Deniz yolu bağlantıları da öncelikle Karaöz (Korsan Koyu) ve olasılıkla Finike limanları aracılığıyla sağlanıyor olmalıydı. Kara ve deniz yollarının kontrolü de, her yanı rahatlıkla gören Gagai kulesinden yapılmaktaydı. Kente çıkan yol doğu kesimden şehre bağlanıyordu. ” (1)
Gagae Antik Kenti Rhodiapolis ve Corydalla Antik Kenti ile oluşturulan bir sympoliteia (siyasi birlik) kurduğu ve bu birlik içinde başı çeken Corydalla Antik Kenti liderliğinde Likya Birliği’ne katılarak temsil edildikleri anlaşılmaktadır. İlk sikkesini klasik dönemde basan Gagae Antik Kenti, tarihte sikke basan kentler arasında yer almaktadır.
“Gelidonya Burnu ve Uluburun batıkları İ.Ö. 14 ve 12. yy.’da limanı olan sahil kentlerinde Tunç Çağ yerleşimleri olduğunu göstermektedir. Zaten, Gagai’nin Gaxe, Limyra’nın Zummari (Zemuri), Patara’nın Patar ve Rhodiapolis’in Wedrei gibi eski Anadolu isimleriyle biliniyor olması bu durumu açıkça desteklemektedir.”(2)
MS 4. yüzyılın sonlarında Smyrna’da ortaya çıkan, Quintius Smyrnos (Kokaintos Smyrnaios) adındaki bir Yunan destanında, Athena Gagai’ye bağlı Melanippe’de Athena Tapınağı olduğunu söylemektedir. Klasik Dönem Gaxe sikkesinden ve bulunan bir yüzük taşı üstündeki Athena Parthenos’tan kentte inanılan asal tanrının Athena olduğu açıklıkla anlaşılmaktadır. Tanrıça Athena’nın antik kentte yer alan betimlemesinden dolayı, kentte kutsal sayılan tanrının, zekâ, sanat, strateji, ilham ve barışı simgeleyen Athena olduğu tahmin edilmektedir.
Roma Mitolojisinde “Miverna” diye anılan ve Etrüsk mitolojisindeki hikmet, akıl, savaş, sanat, okul ve ticaret tanrıçası olarak tanınan tanrıça öğelerinin çoğunun Athena’ya da atfedildiği görülmektedir. Sembolleri; mızrak, kalkan, zeytin dalı ve baykuştur. Athena’nın babası tanrıların başı Zeus, annesi ise Zeus’un ilk karısı olan ve hikmet tanrısı Metis’tir.
Roma Dönemine ait kaynaklardan adına sıkça rastladığımız kente, hemen her Likya Antik şehrinin inşa ya da depremden gördüğü zarar nedeniyle tamiratında bağış yapıp, yardımseverliği ile adını tarihe altın harflerle yazdırtan Opramoas’ın, kentin hamam inşaatın için bağış yapmıştır.
Yörede yeteri kadar bilimsel anlamda arkeolojik kazıların yapılmamış olması, diğer Likya uygarlığının sınırları içerisinde kalan pek çok antik şehir gibi, Gagae Antik Şehri hakkında da elimizde çok fazla bir veriye ulaşılamamasına neden olmuştur. Bugünkü konumuyla iki tepe üzerinde yer alan kalıntıların hangisinin akropole ait kalıntıların izlerini taşıdığı bilinmemektedir. Burada erken Bizans dönemine ait dikdörtgen formlu bir kalenin duvarı ile bölgenin her yerine hâkim, en yüksek tepesine kurulmuş bir kule vardır. Sur duvarlarının 6.-7.yüzyıllarda bölgeye gerçekleştirilmiş olan Arap saldırılarından dolayı yapıldığı tahmin edilmektedir.
Taşlarına kadar yağmalanmış antik kente ait su kemerinin taşların günümüze kadar gelebilmesi, büyük bir mucizedir! Eldeki kalıntılar ise en erken döneme ait yapı kalıntıları olarak tarihlenmekle birlikte, aynı dönemlere tarihlenen alt yapı kalıntılarının olması, kentin bir zamanlar planlı bir şehir olduğu ve yaşantısının seviyesini belirtmesi bakımından önemli bir veridir. Roma döneminde büyümüş, gelişmiş olan kentin tepenin eteklerinde ve düzlüklerde kalıntılarına rastlanmaktadır. İki tepesi olması nedeniyle iki akropolün olduğu düşünülecek olsa da her ikisinden eser yoktur. Her iki tepenin kara ve deniz yolları rahatlıkla kontrol edilebilecek bir konuma sahip olması, yerleşim yerinin özenilerek seçildiğini ortaya koymaktadır. Akropol, aşağı akropol, kent merkezi ve nekropol alanlarından oluşan antik kentin daha yüksek olan tepede, İlk Çağ surlarından arta kalmış küçük parçalar vardır.
Aşağı akrapolün içindeki kule kalıntısı 10.-12. yüzyıllara tarihlenmiş, akropolün batı ve kuzeybatı yönündeki düzlükler ise Gagai Antik Kenti’nin merkezini oluşturmuştur. Kamusal yapı, hamam, tiyatro, su kemeri ve çeşme gibi kamusal hizmet veren eserlere ait yapı kalıntılarında görülen yoğun tahribat nedeniyle bu düzlükte yer aldığı söylemek, tamamen tahminden öteye gitmemektedir. Akropolün kuzey yamaçlarında yer alan ve Helenistik ve Roma dönemi özellikleri gösteren kayalıkları, kentin nekropolüdür. Kentte Likya tipi hiçbir mezara rastlanmaması ilginç bir detay olmakla birlikte, düzlükte sadece kalıntılarına rastlanan antik kentin, deniz yolu ulaşımı vasıtasıyla çok kolay bir şekilde eserlerin çocuğunun kaçırılabileceği ihtimali düşünülebilir.
Daha küçük olan diğer tepede ise Bizans devrine tarihlenen sur parçalarına rastlansa da antik kentlere yakın yerlere kurulan köylerin, bu kentlerin taşlarını kullanmak amacıyla şehirden götürmeleri, onlara, tarihe ve geleceğe her zaman zarar vermiştir/veriyor. Nitekim bugün şehre ait kadim taşları görmek ve onlara dokunmak istiyorsanız, bölgeye en yakın yerleşim yerindeki evlerin kentin taşlarından yapılan duvarlarını ziyaret edebilirsiniz! Zira Mavikent’in Yenice mahallesinde, ağaç ayaklara oturtulmuş, penceresinden sardunyalar sarkan şirin ahşap evler, bölgenin mimarisi konusunda bir özelliğe sahipken, ahşap ev geleneğinin devam ettirilmeyip, beyaz badanalı evlerin bir kısmının bu taşların eseri olması, tarih ve miras bilincimizi bir kez daha gözden geçirmemizi, kültürel devamlılığa ise hiç önem vermediğimizi bizlere öğütlemektedir.
1960’lı yıllarda bölgede yapılan bazı saptamalarda varlığından haberdar olduğumuz tiyatro, bu günkü yapılaşmanın etkisiyle taşları söküldüğünden, geriye sadece kurulduğu bölgenin neresi olduğunu biliyoruz. En çok da Prof. Dr. Nevzat Çelik’in yaptığı, yakın tarihlere rastlayan arkeolojik araştırmalar ve çalışmalar. Ve antik kente ait neredeyse tüm veriler Sayın Çelik’in emeğinin bir ürünüdür.
Kaynak: blog.delphinhotel.com
XX. Yüzyılın ikinci yarısında bölgeyi dolaşan yerli ve yabancı seyyahlar diğer yerlerde olduğu gibi Corydalla ve Gagai’nin yapı malzemelerinin Kumluca’nın inşasında kullanıldığını tespit etmiştir. Ayrıca Corydalla’nın yapı malzemeleri yakın köylerden Hacıveliler, Hızırkahya ve Çalka’nın yapılarında da kullanılmıştır.89 1842 yılında bölgeye gelen Spratt ve Forbes ilk olarak Hacıveliler’e uğramış ve burayı “her hafta kurulan pazar için dikilmiş bir sıra kulübeden, Yörük çadırları ile bir demirci dükkanından oluşan küçük bir köydür. Düzlüğün yukarısında ikiden üç yüz ayağa yükselen iki sivri külah biçimindeki tepenin dibinde uzanır” şeklinde tarif etmiştir.
YanıtlaSilKaynak:
TÜRKİYAT ARAŞTIRMALARI DERGİSİ • 219
Antalya’nın Türkler Tarafından Fethinin 800.Yıl Dönümü Anısına (5 Mart 1207-5 Mart 2007)
Selçuklulardan Cumhuriyet’e Kumluca (Antalya) Bölgesi
Muhammet GÜÇLÜ