Kayıtlar

Ağustos, 2019 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Likya Uygarlığı Antik Kentleri - Antalya & Muğla

Resim
Likya veya Lisiya ( Likçe : 𐊗𐊕𐊐𐊎𐊆𐊖. Trm̃mis; Yunanca: Λυκία, Lykía), Anadolu'nun Teke Yarımadasını kapsayan antik bir bölgedir. Likya, aynı zamanda bu bölgedeki antik kentlerin oluşturduğu bir federasyon ve daha sonra da Roma İmparatorluğunun bir eyaletidir. Likya "Işık Ülkesi" anlamına gelmektedir. II. binyıl ortalarında Doğu Akdenizde korsanlıklarıyla korku salan, LUKKA yada LUKKU adıyla anılan halk bu bölgede oturuyordu. Kendilerini Trmmili ya da Termili, ülkelerini Trmmisa adıyla anıyorlardı. Lykia dilindeki yazıtlarda Lykialılar olarak değil, daima TRMMLI olarak yer alır. Hitit metinlerinde sık sık Lukka halkından bahsedilir. Antik Likya, güneyde Akdeniz, batıda  Karya  ve doğuda ise  Pamfilya  ile komşudur. Günümüzde Teke Yarımadası olarak bildiğimiz, Antalya ile Fethiye körfezleri arasındaki Akdeniz'e uzanan yarımada antik coğrafyada Likya olarak adlandırılmıştır. Bölgenin güney sınırı Akdeniz ile belirlenmiş,  doğu, batı ve kuzey sınırları i

Deukalion

Deukalion (Grekçe: Δευκαλίων / Deukalíôn), Yunan mitolojisinde Prometheus'nin oğlu. Tanrı Zeus, insan soyunu yok etmek amacıyla yeryüzünü sular altında bıraktığında yalnızca Deukalion ile karısı Pyrrha bu cezanın dışında tutulabilecek kadar dürüst kabul edilirler. Karı - koca, bir gemi yaparak dokuz gün sular üzerinde dolaştıktan sonra, Tesalya'daki bir tepede karaya çıkarlar. Dünyayı yeniden insana kavuşturabilmek için toprağa erkek ve kadına dönüşen taşlar ekerler. Böylelikle ikisi de Yunan ırkının atası olarak kabul edilir. Tufan efsanesinin yanı sıra çağdaş açıklamalar bu taşların varlığını kimi zaman bir volkan püskürmesine, kimi zaman da Tesalya'da dağınık olarak bulunan Yunan çağına ait çok sayıda dikili taşa bağlamaktadır. Diğer bir anlatış; Kadını yaratarak insanları felakete ve ıstıraba sürüklenmesi Zeus‘un öfkesini yatıştırmamıştı, üstelik Pandora’nın kutuyu açmasıyla tüm kötülükler yeryüzüne yayılmış, insanlar birbirleri ile kavga etmeye, savaşmaya, birbi

Likçe

Likçe ya da Likya dili, Güneybatı Anadolu'da, günümüzde Teke Yarımadası'na karşı gelen Likya ülkesinin halkı olan Likyalılar tarafından kullanılmış ve MÖ 1. binyıl ortalarından itibaren kayda geçmiş Anadolu dili. Likya dili, MÖ 2. binyıldan itibaren kayda geçmiş selefleri Hitit dili ve Luvi dili gibi Hint Avrupa dillerinin Anadolu alt grubuna dahildir. MÖ 600 ila 200 yıllarına tarihlenen alfabetik yazıt niteliğindeki metinlerden bilinmektedir. Ancak, Luvilerin MÖ 15. ve 14. yüzyıllardan itibaren kayda geçmiş iki ayrı diyalektinden Batı Luvi diyalektini Likya dilinin habercisi sayan kaynaklar mevcuttur. Günümüze kadar keşfedilmiş Likya yazıtları 150 kadardır. Bunlar eski Yunan alfabesini zemin alan, ancak dilin özelliklerine uyarlanmış farklı harf ve karakterler de içeren bir alfabe ile yazılmışlardır. Likya dili, günümüzde Fethiye Müzesi'nde sergilenen Ksantos steli sayesinde kısmen çözülebilmiştir. Kaynak Wikipedia

Luvice

Resim
Luvi dili (Luvice veya Luwice) Anadolu'nun yerli halklarından biri olarak kabul edilen Luviler’in dili olup, Anadolu'nun en eski dillerinden biridir. Bu aynı zamanda, Hititler’in hiyeroglif yazılarında kullandıkları dildir. Mısır ve Girit hiyeroglif yazısından farklı olan bu hiyeroglif yazısı daha çok mühürlerde ve kaya anıtları gibi büyük yazıtlarda kullanılmıştır. Anadolu'nun Hitit-öncesi tarihi henüz tam olarak aydınlatılamamış olmakla birlikte, 20. yy.’daki arkeolojik bulgular, Anadolu’ya yapılan Yunan göçünden çok daha önce, bu topraklarda Anadolu'nun yerlileri sayılabilecek Luvi Ulusu'nun yaşadığını ortaya koymuştur. Hititler’in çivi yazılı belgelerinde bu halktan Luvili (Luvian / Luwi’li) olarak söz edilmektedir. Hitit İmparatorluğunun yıkılmasından sonra Hititler’in çivi yazısının unutulmuş olmasına karşın, Luvi dili ve yazısı biraz değişikliğe uğramakla birlikte Anadolu’da varlığını sürdürmüştür. Pelasgus (Pelasgos) adı verilen dili konuşan insanlar

Sis antik kenti - Adana, Kozan

Bugünkü Kozan İlçesinin bulunduğu yerde İlk çağın sonlarına doğru Sis isimli bir kent bulunuyordu. Sis sözcüğünün Luvi dilindeki Ana Tanrıça halkı anlamına geldiği iddia edilmiştir. Çukurova Irmağının kenarındaki vadilerde kurulmuş olan bu kent, Asur döneminde ticaret merkezi konumundaydı. Buna dayanılarak M.Ö.700 yıllarında varlığı bilinen Sis kentinin günümüze gelen en iyi yapısı kalesidir. Bunun dışında kentle ilgili başka bir kalıntı ve buluntu günümüze gelememiştir. Sis Kalesi, iki bölümlü olup, güney bölümünün ortasında oldukça yüksek bir yere iç kale yerleştirilmiştir. Güney bölüm ile kuzey bölüm kalın bir sur duvarı ile ayrılmıştır. Bu sur, 6 km. ye kadar uzanmakta ve 44 burç ile de desteklenmiştir. Ayrıca kalenin içerisinde su sarnıçları, mahzenler, gizli yollar ve Bizans dönemine ait bir kilise kalıntısı bulunmaktadır. Orta Çağa tarihlendirilen kaledeki yazıtlar ve mimari parçalar Selçuklular zamanında onarıldığını ortaya koymaktadır.

Tethys

Yunan mitolojisinde bir titan olan, denizin ve bereketli okyanusun tecessümü Tethys! Diğer titanlar (ikincil tanrılar) gibi Tethys de öncül tanrılardan olan Gaia ve Uranos’un kızı ve Okeanos’un eşi. Denizlerin ve yeraltı sularının tanrıçası olan Tethys antik çağda Tethys’in Nil nehri gibi dünyada bulunan büyük nehirlerin annesiydi. Bu güzel tanrıça Tethys’in hem kocası hem de erkek kardeşi olan Okeanos’dan pek çok çocuğu ve 3 bin peri kızı olmuştu. İlk kuşak titanların çocuklarından biri olarak bilinen ve Yunan deniz tanrılarından biri olan Peneus da Tethys’in oğludur. Bütün insanlığa bakıcılık yapan Tethys’in bazı kaynaklara göre Hera’nın kocasıyla birlikte bakıcılığı üstlendiği de yazmakta. Tetis Okyanusu adını deniz tanrıçası Tethys’den aldığından dolayı, bu antik okyanus için Akdeniz’in Annesi denildiğini de duyabilirsiniz.

Nekropol

Nekropol (Nekropolis) arkeolojik şehirlerde mezarlıkların ve toplu mezar yerlerinin bulunduğu bölgeye verilen isimdir. Yunanca nekros-polis ölü(ler) şehri demektir. Antik çağdaki şehirlerde mezar yerlerinin günümüz şehirlerinden farkı, günümüzde daha çok yerleşim yerlerine uzakta ve şehrin dışında olan mezarların, o dönemlerde şehirle iç içe olmasıdır. Kaynak: Wikipedia

Metropolis (Sözlük anlamı)

Metropolis, Romalılar zamanında eyalet işlerinin görüşüldüğü göreceli büyük, zengin veya eski şehirler (civitates) de bu terimle adlandırılırdı. Roma imparatorluğunun önde gelen metropolleri kendi paralarında hem Yunanca, hem Latince belirtiliyordu.[1] Romalılarda bir şehrin metropolis olabilmesi imparatorun resmi iznine bağlıydı. Daha evvel onursal bir unvan olan ve bir şehrin önemine işaret eden metropolis terimi, üçüncü yüzyıldan sonra bir eyalet valisinin oturduğu şehir haline geldi, yani metropolis bölgenin tartışılmaz hukuki ve idari başkenti anlamını kazandı.[2] Hristiyanlık tarihinde metropolis, bir baş piskoposun baktığı dini topluluktu. Bu terim eskimiş olmakla beraber Ortodoks Hristiyanlıkta kullanılmaktadır: metropolis, metropolit denen dinî liderin sorumlu olduğu bölgedir. Modern kullanımda metropolis, büyük şehir anlamında, yani büyük bir şehir merkezi etrafında oluşmuş, bitişik ve birbirine bağlı şehirler kümesidir. Sıfat olarak metropoliten, tüm metropolisi kapsayan

Neokoros

Neokoros, Roma' da şehirlere verilen imparatorluk propagandası yapma hakkıdır. Bu hak şehirlere bizzat roma imparatoru tarafından verilirdi. Neokoros hakkını kazanan şehirler imparator adına tapınak yapar tapınağın içine de imparatorun ve onun ailesinin heykelleri yapılırdı.Bu tapınaklar daha sonra Sebasteon adını almış ve kazanılan savaşların propagandası da yapılmaya başlanmıştır. Kelime Yunanca da (neo+koros) tapınak bekçisi, temizlikçisi anlamına gelmektedir. Anadoluda neokoros unvanını kazanan ve bu uygulamanın başladığı ilk şehir Efes'tir. Aynı zamanda Efes bu hakkı beş defa kazanmıştır. Roma imparatorluğun da 37 şehir neokoros hakkını kazanabildi. Çünkü imparatorluğun propagandasını yapacak şehir ilk önce imparator tarafında beğenilir daha sonra Roma senatosunun oylamasından geçerdi. Bu hakkı kazanan şehirlere hatırı sayılır bir miktarda altın yardımı yapılırdı. Aynı zamanda bu şehirler insanlar tarafından ziyaret edilir ve kente tarım ve ticaret haricinde bir ek gelir

Kilikya antik bölgesi

Kilikya, Anadolu'nun Alanya'dan başlayıp, doğuda Kinet Höyük'te son bulan, kuzeyden de Toros dağlarıyla çevrili alanı kapsayan antik bölgedir. Erken tarih Kilikya'da ilk yerleşim, Cilalı Taş Devrinde görülmektedir.[1][2] Bölgenin yerleşim kayıtları, MÖ 8000'de Cilalı Taş Devrinden başlar, Tunç Devrine: MÖ 8. ve 7. binyıla; Erken Bakır döneminden: MÖ 5800; Orta Bakır dönemine (Doğuda görülen Halaf ve Ubaid kültürleriyle uyumludur): MÖ 5400–4500; Geç Bakır Çağa: MÖ 4500–3400 sürer ve Erken Tunç Çağını: I.A. Dönemi MÖ 3400–3000; I.B. Dönemi: MÖ 3000–2700; Tunç II. dönem: MÖ 2700–2400 Tunç III. dönem A-B: MÖ 2400–2000'i kapsar.[2] Bölge, Hititler zamanında, Kizzuwatna olarak bilinmektedir. Asurlular tarafından Limonlu Çayı' ndan Kinet Höyük' e kadar uzanan Kilikia Pedias (Ovalık Kilikya) olarak adlandırılan ve günümüzde Çukurova olarak bilinen doğu bölümüne "Que", Tarsus’un batı ve kuzey bölümlerine de "Hilakku" adı verilmiştir. Bazı

Elaiussa Sebaste antik kenti - Mersin

Elaiussa Sebaste veya Elaeousa Sebaste (Modern Yunanca: Ελαιούσα Σεβαστή) Doğu akdenizin kesişme noktasında,  Mersin'e 55 km uzaklıkta, Silifke yönünde bulunan bir antik Roma liman şehri. Elaiussa terimi zeytin manasına gelmekte olup, şehir M. Ö. 2. yüzyılda kurulmuştur. O dönemlerde korsanlığın var olması ticari hayatı olumsuz etkilemiştir. İ.Ö. 1. Yüzyıldan itibaren  Elaiussa bir kent görünümü aldıktan sonra Olba hakimiyetinden de kurtularak özgürlüğüne kavuşmuştur. Roma imparatoru Augustus , Kapadokya kralı Arkhelaos’a  Kilikyanın önemli bir kısmı ile Elaiussa kentini hediye olarak verir. Bunun üzerine Arkhelaos kışlık sarayını buraya taşır ve şükran borcunu yerine getirmek için Elaiussa ismine ek Sebaste ismini ekler. Bu zamandan sonra da bu küçük liman şehri  Elaiussa Sebaste ismiyle anılır. Sebaste; görkemli, mutlu anlamına gelmektedir. Kazı çalışmaları sırasında ms.2. yüzyıla ait bir hamam bulunmuştur. Bu yapı, kalorifer sistemli ve girişinde yıkanmaya gelen kişilerin sa

Hattuşaş antik kenti - Çorum, Boğazkale

Çorum’un güneybatısında, Boğazkale ilçesi sınırları içinde yer alan Hitit İmparatorluğu’nun başkenti Hattuşa! 1986 yılında UNESCO Dünya Miras Listesi’ne alınan Hattuşa, Hititler’in başkenti olarak Anadolu’da yüzyıllar boyunca önemli bir merkez olarak konumlanmaktaydı. Fransız gezgin Charles Texier tarafından 1834 yılında keşfedildiğinde Hattuşa Antik Kenti kaybolan önemini bir anda yeniden kazanmıştı. 1906 yılında kazıların başlamasıyla, bu antik kentin MÖ 2.bin yılında Anadolu ve Kuzey Suriye’de hakimiyet kuran Hitit devletinin başkenti olduğu anlaşıldı. Hattuşa Antik Kenti’nde bulunan çivi yazılı tablet arşivler de UNESCO Dünya Belleği Listesi’ne girdi. Bu tabletlerde ¨Bin Tanrılı Şehir¨ olarak söz edilen Hattuşa Antik Kenti dünya mirası olarak tescillenerek hem Çorum’un hem de ülkemizin en önemli arkeolojik alanlarından biri haline geldi. 1988 yılında Boğazkale ve Alaca ilçelerini kapsayan 2634 hektarlık alan Milli Park ilan edildi ve böylece Hattuşa ve Alacahöyük kalıntı