Harran antik kenti - Şanlıurfa, Harran
İnsanın ilk ayak bastığı, sabanın ilk kullanıldığı, öküzün ilk çifte koşulduğu yer olduğuna inanılan topraklar.
Şehrin adının ilk geçtiği buluntular MÖ 2250 yıllarına ait Ebla'da bulunan çivi yazılı tabletlerdir. Bu tabletlerde şehir "Ha-ra-an" olarak adlandırılmaktadır. MÖ 2. binyıl başlarına tarihlenen ve Kültepe'yle Mari'de bulunan çivi yazılı tabletlerde ise kentin adı "Har-ra-na" veya "Ha-ra-na" diye geçmektedir. Asur kaynaklarında “Harranum”, Yunan kaynaklarında “Kharran”, Roma kaynaklarında “Carrhae” olarak geçen Harran, “yolların kavuştuğu yer” anlamına gelir. Sümercede ve Akatçada "seyahat" veya "kervan" anlamına gelen "haran-u" sözcüğünden gelmekte Bazı kaynaklar ise bu sözcüğün "kesişen yollar" veya "şiddetli sıcak" anlamına geldiğini öne sürmektedir. Akdeniz ile Dicle Nehri civarındaki ovalar arasındaki konumu nedeniyle şehir bir ticaret merkezi olma özelliği kazanmıştır. Kent, ay tanrıçasına adanmıştır. Kuran'ı Kerim'de adı geçen Nuh'un kavmi olarak kabul edilen ve ehli kitaptan sayılan Sabii'lerin ana vatanı olarak kabul edilir. 11. yüzyılda Şii ayaklanması sırasında Sabii'ler kıtlık ve ayaklanmada tapınaklarını kaybetmişler ve yeryüzünden silinmişlerdir, yerlerine Arap Numayri kavmi yerleşmiştir.
İbni Teymiyye gibi ve Battani gibi alim ve bilim adamının yetiştiği Harran'da Haçlı Seferleri sırasında büyük zararlar görmüş ancak Zengiler ve Eyyubi dönemlerinde eski günlerine tekrar kavuşmuştur. Selçuklu Türkleri ve Osmanlılar tarafından yönetilmiştir. Bugün Harran'da yerleşik olan Arap aşiretleri Osmanlının 18. yüzyılda buraya getirip yerleştirdiği bedevi aşiretlerine dayanmaktadır. Sözlü Arap geleneği ve kültürü hala etkisini göstermekte, koni şeklindeki 3.000 yıllık Mezopotamya evleri kültürü ise modern tarzda evlere karşı yok olma ile karşı karşıyadır. Miladi 11. yüzyılda çok geniş yeşil ve verimli bir Mezopotamya şehri iken zamanla çölleşmiştir ancak son zamanlarda Güneydoğu Anadolu Projesi sayesinde Mezopotamya'nın o eski verimli günlerine dönüş olmaya başlamış, tekrar verimli ve yeşil bir coğrafya halini almaya başlamıştır.
Harran’ın ilk yerleşim yeri olan Höyük’teki katmanlar, MÖ 3. binden başlayıp MS 13. yüzyıla kadar kesintisiz devam ediyor. Höyükteki kazılarda bulunan en dikkat çekici eserler, MÖ 6. yüzyıla tarihlenen Kral Nabuna ve Sin Mabedi’nden bahseden çivi yazılı pişmiş toprak tablet ve adak kitabeleridir.
Asur Devleti’nin son başkenti olan Harran’da, çivi yazılı tabletlerde de sözü edilen Sin (Ay) Tapınağı henüz bulunamamış.
Harran’da bulunan Sin (Ay Tanrısı) Tapınağı, çok ünlü bir tapınakmış. Roma İmparatoru Caracalla, MS 247’de Sin Tapınağı’nı ziyaret etmek için geldiği Harran’da muhafızları tarafından öldürülmüş. Sonrasında “Gök Tanrılara” tapınma geleneği Roma Dönemi’nde de devam etmiş. İslam Dönemi’nde ise Harranlı nücum - astronomi alimleri, Abbasiler’in parlak çağında itibar görmüş.
El-Taberi’ye göre, 833 yılında Halife Memnun, Harran’da hala puta tapanlar olduğunu duyunca çok şaşırmış; Harranlılar da Kuran’da adı geçen dinlerden Sabii’liği seçerek mutlak ölümden kurtulmuşlar. Harran’da Sabii’liğin 17.yy.a kadar sürdüğü düşünülmektedir. Anlaşılan o ki Sin Kültü, Hristiyanlık ve hatta Müslümanlıktan sonra da varlığını buralarda sürdürmüş.
Elips biçimimdeki Harran şehir surlarının yaklaşık uzunluğu 4 km, yüksekliği ise 5 metre kadardır. Toplamda 7 kapısı olduğu düşünülen kentin sadece bir kapısı, Halep Kapısı günümüze ulaşabilmiş. Surların dışında yer alan ve günümüzde toprakla dolmuş olan hendeğin eskiden su ile dolmuş olduğu biliniyormuş.
Şehrin güneydoğusunda yer alan İçkale’nin tam olarak ne zaman yapıldığı bilinmiyor. Tüm kaynaklarda, kalenin yerinde bir Sabi Madedi’nin olduğundan söz ediliyor. Emevi hükümdarı 2. Mervan’ın, 10 milyon dirhem harcayarak yaptırdığı söylenilen sarayın, kalenin esasını oluşturduğu tahmin ediliyor.
Türkiye’nin en eski ve en büyük cami kalıntısı Harran Ulu Camii’dir. Ulu Camii’nin avlusunda 12 bin kişi aynı anda namaz kılabilir.
Camii, MS 744-750 tarihleri arasında, Emeviler devrinde Halife II. Mervan tarafından yaptırılmış ve daha sonra çeşitli zamanlarda onarımlar görmüş. Anadolu’nun ilk anıtsal camii, ilk revaklı ve şadırvanlı camii, en zengin taş işlemeli camii olma gibi özellikleri vardır. 33.30 metre yüksekliğindeki dörtgen planlı minaresinin ahşap merdivenleri aslına uygun bir şekilde 105 basamaklı olarak restore edilmiş.
Çeşitli kaynaklarda “Cami el Firdevs (Cennet Camii)” ve “Cuma Camii” olarak geçen cami, 1260 yılında Moğol İstilası sırasında bütün kent ile birlikte yakılıp yıkılmış.
Höyükte yapılan kazılar sırasında ortaya çıkarılan İslam Devri’ne ait şehir kalıntıları, dönemin mimarisi ile ilgili ipuçları verir. Buna göre evler, dikdörtgen ya da kare planlıdır. Evler dar sokaklara açılır ve evlerin avluya açılan odaları bulunur.
Kaynaklarda sıkça belirtilen, Hristiyan ve İslam dünyasında önemli bir yeri olan Harran Okulu/Harran Üniversitesi’nin nerede olduğu da henüz bilinmiyor. Yapılan kazılarda henüz kalıntılarına ulaşılamamış.
Harran Kalesi
Harran Kalesi, şehrin güneydoğusunda şehir suruna bitişik olarak inşa edilmiştir. İslami kaynaklarda kalenin yerinde bir Sabii tapınağının bulunduğundan bahsedilir. Emevi halifesi II. Mervan'ın 10 milyon dirhem altın harcayarak yaptırdığı sarayın, kalenin esasını oluşturduğu tahmin edilmektedir. 90x130 metre boyutlarındaki kale üç katlıdır. Düzensiz dikdörtgen planındaki kalenin dört köşesinde onikigen birer kule bulunmaktadır.
Harran Höyüğü
Arkeolog Dr. Nurettin Yardımcı başkanlığında 2003 yılından buyana höyükte yapılan kazıçalışmaları çeşitli devirlere ait eserler ortaya çıkarılmıştır. Höyükteki kazılarda, M.Ö. 7. bine Halaf devrine tarihlenen buluntuları, Eski Tunç devrine ait figürin ve figürin başları, M.Ö. 1.950 Eski Assur dönemine tarihlenen silindir mühürler, M.Ö. 6. yüzyıla tarihlenen Kral Nabuna’id ve Sin mabedinden bahseden çivi yazılı pişmiş toprak tablet ve adak kitabeleri bulunmuştur. Höyük ve çevresi tarih öncesi çağlardan beri Halaf, Ubeyd, Uruk, Tunç Çağları, Hitit, Hurri, Mitanni, Assur, Babil, Helenistik, Roma, Bizans ve İslam devrinde de Emeviler, Abbasiler, Fatimiler, Zengiler, Eyyubiler ve Selçuklular gibi önemli uygarlıkları sinesinde barındırmıştır. Kazılardan elde edilen eserler Şanlıurfa Müzesi’nde sergilenmektedir. İslam Devrine ait şehir kalıntılarında ortaya çıkan mimari yapılar, dar sokaklara açılan bitişik nizamlı ve avluya açılan odaları bulunan dikdörtgen ve kare planlı evlerden oluşmaktadır. Mimari kalıntılar arasında insan gücüyle döndürülen değirmenler, zamanın öğütme sanayisi hakkında bilgi vermektedir. Açığa çıkarılan kent kalıntıları, ayrıca gelişmiş bir şehir planlamacılığı ve o devrin sosyo-ekonomik yaşam düzeyi hakkında da bilgi vermektedir.
Kaynakça:
Vikipedia
sanliurfa.bel.tr
mezopotamya.travel
Şehrin adının ilk geçtiği buluntular MÖ 2250 yıllarına ait Ebla'da bulunan çivi yazılı tabletlerdir. Bu tabletlerde şehir "Ha-ra-an" olarak adlandırılmaktadır. MÖ 2. binyıl başlarına tarihlenen ve Kültepe'yle Mari'de bulunan çivi yazılı tabletlerde ise kentin adı "Har-ra-na" veya "Ha-ra-na" diye geçmektedir. Asur kaynaklarında “Harranum”, Yunan kaynaklarında “Kharran”, Roma kaynaklarında “Carrhae” olarak geçen Harran, “yolların kavuştuğu yer” anlamına gelir. Sümercede ve Akatçada "seyahat" veya "kervan" anlamına gelen "haran-u" sözcüğünden gelmekte Bazı kaynaklar ise bu sözcüğün "kesişen yollar" veya "şiddetli sıcak" anlamına geldiğini öne sürmektedir. Akdeniz ile Dicle Nehri civarındaki ovalar arasındaki konumu nedeniyle şehir bir ticaret merkezi olma özelliği kazanmıştır. Kent, ay tanrıçasına adanmıştır. Kuran'ı Kerim'de adı geçen Nuh'un kavmi olarak kabul edilen ve ehli kitaptan sayılan Sabii'lerin ana vatanı olarak kabul edilir. 11. yüzyılda Şii ayaklanması sırasında Sabii'ler kıtlık ve ayaklanmada tapınaklarını kaybetmişler ve yeryüzünden silinmişlerdir, yerlerine Arap Numayri kavmi yerleşmiştir.
İbni Teymiyye gibi ve Battani gibi alim ve bilim adamının yetiştiği Harran'da Haçlı Seferleri sırasında büyük zararlar görmüş ancak Zengiler ve Eyyubi dönemlerinde eski günlerine tekrar kavuşmuştur. Selçuklu Türkleri ve Osmanlılar tarafından yönetilmiştir. Bugün Harran'da yerleşik olan Arap aşiretleri Osmanlının 18. yüzyılda buraya getirip yerleştirdiği bedevi aşiretlerine dayanmaktadır. Sözlü Arap geleneği ve kültürü hala etkisini göstermekte, koni şeklindeki 3.000 yıllık Mezopotamya evleri kültürü ise modern tarzda evlere karşı yok olma ile karşı karşıyadır. Miladi 11. yüzyılda çok geniş yeşil ve verimli bir Mezopotamya şehri iken zamanla çölleşmiştir ancak son zamanlarda Güneydoğu Anadolu Projesi sayesinde Mezopotamya'nın o eski verimli günlerine dönüş olmaya başlamış, tekrar verimli ve yeşil bir coğrafya halini almaya başlamıştır.
Harran’ın ilk yerleşim yeri olan Höyük’teki katmanlar, MÖ 3. binden başlayıp MS 13. yüzyıla kadar kesintisiz devam ediyor. Höyükteki kazılarda bulunan en dikkat çekici eserler, MÖ 6. yüzyıla tarihlenen Kral Nabuna ve Sin Mabedi’nden bahseden çivi yazılı pişmiş toprak tablet ve adak kitabeleridir.
Asur Devleti’nin son başkenti olan Harran’da, çivi yazılı tabletlerde de sözü edilen Sin (Ay) Tapınağı henüz bulunamamış.
Harran’da bulunan Sin (Ay Tanrısı) Tapınağı, çok ünlü bir tapınakmış. Roma İmparatoru Caracalla, MS 247’de Sin Tapınağı’nı ziyaret etmek için geldiği Harran’da muhafızları tarafından öldürülmüş. Sonrasında “Gök Tanrılara” tapınma geleneği Roma Dönemi’nde de devam etmiş. İslam Dönemi’nde ise Harranlı nücum - astronomi alimleri, Abbasiler’in parlak çağında itibar görmüş.
El-Taberi’ye göre, 833 yılında Halife Memnun, Harran’da hala puta tapanlar olduğunu duyunca çok şaşırmış; Harranlılar da Kuran’da adı geçen dinlerden Sabii’liği seçerek mutlak ölümden kurtulmuşlar. Harran’da Sabii’liğin 17.yy.a kadar sürdüğü düşünülmektedir. Anlaşılan o ki Sin Kültü, Hristiyanlık ve hatta Müslümanlıktan sonra da varlığını buralarda sürdürmüş.
Elips biçimimdeki Harran şehir surlarının yaklaşık uzunluğu 4 km, yüksekliği ise 5 metre kadardır. Toplamda 7 kapısı olduğu düşünülen kentin sadece bir kapısı, Halep Kapısı günümüze ulaşabilmiş. Surların dışında yer alan ve günümüzde toprakla dolmuş olan hendeğin eskiden su ile dolmuş olduğu biliniyormuş.
Şehrin güneydoğusunda yer alan İçkale’nin tam olarak ne zaman yapıldığı bilinmiyor. Tüm kaynaklarda, kalenin yerinde bir Sabi Madedi’nin olduğundan söz ediliyor. Emevi hükümdarı 2. Mervan’ın, 10 milyon dirhem harcayarak yaptırdığı söylenilen sarayın, kalenin esasını oluşturduğu tahmin ediliyor.
Türkiye’nin en eski ve en büyük cami kalıntısı Harran Ulu Camii’dir. Ulu Camii’nin avlusunda 12 bin kişi aynı anda namaz kılabilir.
Camii, MS 744-750 tarihleri arasında, Emeviler devrinde Halife II. Mervan tarafından yaptırılmış ve daha sonra çeşitli zamanlarda onarımlar görmüş. Anadolu’nun ilk anıtsal camii, ilk revaklı ve şadırvanlı camii, en zengin taş işlemeli camii olma gibi özellikleri vardır. 33.30 metre yüksekliğindeki dörtgen planlı minaresinin ahşap merdivenleri aslına uygun bir şekilde 105 basamaklı olarak restore edilmiş.
Çeşitli kaynaklarda “Cami el Firdevs (Cennet Camii)” ve “Cuma Camii” olarak geçen cami, 1260 yılında Moğol İstilası sırasında bütün kent ile birlikte yakılıp yıkılmış.
Höyükte yapılan kazılar sırasında ortaya çıkarılan İslam Devri’ne ait şehir kalıntıları, dönemin mimarisi ile ilgili ipuçları verir. Buna göre evler, dikdörtgen ya da kare planlıdır. Evler dar sokaklara açılır ve evlerin avluya açılan odaları bulunur.
Kaynaklarda sıkça belirtilen, Hristiyan ve İslam dünyasında önemli bir yeri olan Harran Okulu/Harran Üniversitesi’nin nerede olduğu da henüz bilinmiyor. Yapılan kazılarda henüz kalıntılarına ulaşılamamış.
Harran Kalesi
Harran Kalesi, şehrin güneydoğusunda şehir suruna bitişik olarak inşa edilmiştir. İslami kaynaklarda kalenin yerinde bir Sabii tapınağının bulunduğundan bahsedilir. Emevi halifesi II. Mervan'ın 10 milyon dirhem altın harcayarak yaptırdığı sarayın, kalenin esasını oluşturduğu tahmin edilmektedir. 90x130 metre boyutlarındaki kale üç katlıdır. Düzensiz dikdörtgen planındaki kalenin dört köşesinde onikigen birer kule bulunmaktadır.
Harran Höyüğü
Arkeolog Dr. Nurettin Yardımcı başkanlığında 2003 yılından buyana höyükte yapılan kazıçalışmaları çeşitli devirlere ait eserler ortaya çıkarılmıştır. Höyükteki kazılarda, M.Ö. 7. bine Halaf devrine tarihlenen buluntuları, Eski Tunç devrine ait figürin ve figürin başları, M.Ö. 1.950 Eski Assur dönemine tarihlenen silindir mühürler, M.Ö. 6. yüzyıla tarihlenen Kral Nabuna’id ve Sin mabedinden bahseden çivi yazılı pişmiş toprak tablet ve adak kitabeleri bulunmuştur. Höyük ve çevresi tarih öncesi çağlardan beri Halaf, Ubeyd, Uruk, Tunç Çağları, Hitit, Hurri, Mitanni, Assur, Babil, Helenistik, Roma, Bizans ve İslam devrinde de Emeviler, Abbasiler, Fatimiler, Zengiler, Eyyubiler ve Selçuklular gibi önemli uygarlıkları sinesinde barındırmıştır. Kazılardan elde edilen eserler Şanlıurfa Müzesi’nde sergilenmektedir. İslam Devrine ait şehir kalıntılarında ortaya çıkan mimari yapılar, dar sokaklara açılan bitişik nizamlı ve avluya açılan odaları bulunan dikdörtgen ve kare planlı evlerden oluşmaktadır. Mimari kalıntılar arasında insan gücüyle döndürülen değirmenler, zamanın öğütme sanayisi hakkında bilgi vermektedir. Açığa çıkarılan kent kalıntıları, ayrıca gelişmiş bir şehir planlamacılığı ve o devrin sosyo-ekonomik yaşam düzeyi hakkında da bilgi vermektedir.
Kaynakça:
Vikipedia
sanliurfa.bel.tr
mezopotamya.travel
Yorumlar
Yorum Gönder