Kastabala Antik Kenti - Osmaniye, Kesmeburun
Osmaniye İl merkezinin 12 km. kuzeyindeki Ceyhan Nehrinin kuzeybatıya döndüğü kıvrımın içinde, Kesmeburun ile Bahçeköy arasında bulunan ovaya hakim olan bir kaya çıkıntısı üzerinde Bodrum Kalesi adını taşıyan 13. yy. dan kalma bir kale yükselmektedir.
Osmaniyeden Cevdetiye, Kesmeburun üzerinden Karatepe-Aslantaş ören yerine ulaşan yolun doğusunda bulunan kalenin eteklerinden başlayarak kalıntıları çepeçevre birkaç km²lik alanı kaplayan Kastabala Ören Yerini ilk kez 1875 yılında İngiliz diplomat E.J. Davis ziyaret etmiş ve ayrıntılı olarak tanımlamıştır. Kentin antik devirdeki diğer bir adının da Hierapolis olduğu ancak 1890 yılında İngiliz araştırmacı Th. Bent tarafından burada bulunan antik yazıtlar sayesinde anlaşılmıştır.
Çeşitli uluslara mensup gezgin ve araştırmacıların Kastabalanın anıtları, yazıtları ve sikkeleri hakkında 20. yy. da yaptıkları araştırmalar sayesinde antik kent tarihinin karanlıkta kalan bazı noktalarını aydınlatmak mümkün olabilmektedir. Antik yazarlardan Ptolemaeus ve Plinius ovalık Kilikyanın antik kentleri arasında Kastabalaya komşu kentler Anazarbos’tan sonra ve Epiphaneiadan önce değinmişlerdir. Coğrafyacı Strabo ise, Toros dağları üzerinde ikinci bir Kastabala bulunduğu yanılgısına düşmüştür. Anadolu dillerinden türetilmiş bir yer ismi olan Kastabala adının geçtiği en eski yazılı belge Kastabalanın 20 km. kadar kuzeyinde bulunan bahadırlı köyü civarında 1961 yılında bulunan Aramice bir sınır yazıtıdır. M.Ö. 5. ve 4. yy. da Anadoluya hakim olan Perslerin kullandığı resmi yazı olan bu metinde Pirvaşua adını da taşıyan Anadolu ana tanrıçası Kubabanın arazisinin bir kısmının da Kastabalaa ait olduğu belirtilmektedir. Buradaki Kastabala ismiyle bir kentin mi yoksa bir arazinin mi kastedilmek istendiği kesin olarak anlaşılamamaktadır. Kastabala ilk kez Seleukos krallarından IV. Antiochos Epiphanesin hakimiyet döneminde (M.Ö. 175-164) basılan sikkelerde Hierapolis adıyla anılmaktadır. Antiochos kentte uzun zamandan beri tapınım gören \"Perasia\" ismindeki tanrıçanın tapınağından ötürü kente \"Kutsal Şehir\" adını vermiştir. Perasia adı büyük bir olasılıkla yukarıda bahsedilen Arami yazıtında geçen ve kökleri geç Hitit dönemine uzanan Pirvaşua adından türetilmiştir. Roma devrinde yaşamış olan Amasyalı tarihi coğrafya yazarı Strabo Perasia tanrıçasına tapınım törenleri sırasında gözlenen ilginç bir gelenekten söz etmektedir. Straboya göre tanrıçanın rahibeleri dini törenler sırasında çıplak ayakları ile korlaşmış kızgın kömürler üzerinden ayakları yanmadan yürümekteydiler. Bu törenler Hindistan, Pasifik adaları, Orta İtalya ve Trakyada bazı halk toplulukları arasında halen yapılmaktadır. Kastabala sikkeleri üzerindeki Perasia tasvirleri ve Kastabalada bulunan Perasiaya sunulmuş olan adak yazıtları bu tanrıçanın kült merkezinin Kastabalada olduğunu belgelemektedirler. En önemli atribüsünün meşale olduğunu sikkelerden öğrendiğimiz Perasia yazıtlarda unvanı ile onurlandırılmaktadır. Straboya göre Perosia Kastabalada Artemis ile özdeşleştirilmekteydi. Antik Yunan tanrılar dünyasından tanıdığımız Artemisin kökleri Hitit devrine kadar uzanan bir yerel Anadolu tanrıçası olan Persia ile özdeşleştirilmesi Anadolunun bir çok yerinde benzerleri görülen synkretimus olgusunun Çukurovadaki en dikkati çeken örneğidir. Kastabalada bulunmuş olan ve Roma imparatorluk devrinin başlarına tarihle nen vezinli bir yazıtta Perasiaya , Selene, Demeter, Artemis, Aphrodite ve Hekate tanrıçalarının adlarıyla yakarışta bulunulması doğu ve batı din ve tanrılar dünyasının Kastabalada Roma imparatorluk devrinde birbirleriyle kaynaştıklarını belgelemektedir. Çukurovanın doğusunda yer alan Hierapolis-Kastabalanın Seleukos imparatorluğunun hakimiyeti altında bulunduğu M.Ö. IV. yy. sonu ile M.Ö. I. yy. ortaları arasındaki konumu hakkında antik kaynaklarda dikkate değer bir bilgiye rastlanmamaktadır. M.Ö. I. yy. ortalarında Seleukosların tarih sahnesinden çekilip, bölgeye Roma devletinin hakim olmaya başladığı dönemde Hierapolis-Kastabalanın tekrar tarih sahnesine çıktığı görülmektedir. Bilindiği gibi M.Ö. 67 yılında ünlü Romalı komutan Cn. Pompeius Magnus tarafından denizde ve karada kesin bir yenilgiye uğratılan Kilikya korsanlarının Doğu Kilikyada sahil kentlerine ve sahille yakın yerlere iskan edilmeleriyle bölgenin tarihinde yeni bir dönem başlamış oldu.Önceleri Kapadokya Kralı Archelaosun denetimine verilen Kastabala ve diğer ovalık Kilikya kentlerinde Seleukos imparatorluğunun son yıllarında ortaya çıkan yönetim sorunlarının devam ettiği görüldü Bunun üzerine Romalılar bölgedeki iktidar boşluğunu önlemek için antik devirdeki adı Pyramos olan Ceyhan nehri havzasının denetimini Tarkondimotos ismindeki eski bir korsan önderine bıraktılar. O dönemde bu bölgenin başşehri Hierapolis-Kastabala idi.
Tarkondimotostan beri ilk kez M.Ö. 51 yılında Cicero tarafından Romalıların dostu ve müttefiki olarak bahsedilmesine karşın, M.Ö. 64 yılı kışından beri ovalık Kilikyanın doğu kesimlerinin denetiminin elinde olduğu sanılmaktadır. Babası olduğunu, Kastabalada 1914 yılında bulunan bir onur yazıtından öğrendiğimiz Stratoya ne antik kaynaklarda ne de yazıtlar ve sikkelerde bugüne değin kral olarak değinilmemesi nedeniyle Tarkondimotosun kendi adıyla anılan yerel hanedanlığın kurucusu olduğu sanılmaktadır. Kesin doğum yılı bilinmeyen Tarkondimotosun, ovalık Kilikyanın doğusundaki bazı yerel halk topluluklarının başındaki aşiret liderleri üzerinde kontrolü sağlayarak buranın hakimi olduğu anlaşılmaktadır. Romalılar tarafından bölgenin lideri olarak tanınmasının nedenlerinin başında Strabonun bahsettiği kahramanlıklarından daha önemlisi Romanın güvenilir bir müttefiki olduğunu birçok kere kanıtlamış olmasıydı. M.Ö. 64 yılı kışında Pompeiusun legatı Afraniusu, Lucullusun Amanos dağlarına yerleştirmiş olduğu Arap kabilelerinin saldırıları sırasında desteklemesi ve M.Ö. 51 yılında Ciceronun Kilikya eyalet valiliği sırasında Parthların Kilikyayı istila etmek üzere yığınak yaptıklarını zamanında bildirmesi, Romalıların Tarkondimotosun sadakatine inanmaları için yeterliydi. Çünkü Anadolu ile Mezopotamya arasında anahtar konumunda olan Doğu Kilikya ve Amanos bölgesinin kontrolü, Romalılar için büyük stratejik önem taşımaktaydı. Bunun için bölgede çok güvendikleri bir yerel güce gereksinimleri vardı. Tarkondimotos daha önce korsan olmasına rağmen şimdi hem araziyi ve hem de Doğu Akdeniz ve Kilikya sahillerini iyi tanıdığından Romalıların hizmetinde onlara çok yararlı olmaktaydı. Tarkondimotosun kral unvanını alması Ciceronun Kilikya eyalet valiliği görevinin bitiminden yaklaşık 10 yıl sonra gerçekleşecekti. Zaten Cicero da Tarkondimitostan sadece Romalıların dostu ve müttefiki olarak bahsetmekte, ama kral unvanı olduğuna değinmemektedir. Tarkondimotosun, Pompeius ile Lulius Caesar arasındaki mücadele sürecinde Pompeiusun tarafını tuttuğunu ve onun donanmasının hazırlanması konusundaki en büyük yardımcısı olduğunu Cassius Diodan öğrenmekteyiz
Pompeiusun , Caesar tarafından M.Ö. 48 yılında Pharsalos savaşında yenilmesinden ve Mısırda öldürülmesinden sonra, Pompeiusun taraftarlarına sadık kalmaya devam edeceği izlenimini uyandırıp onları tuzağa düşürüp, Caesara teslim ederek Caesarın güvenini kazanmaya ve bu sayede kendi konumunu kurtarmaya çalıştı. hatta Lulius Caesara bağlılığını göstermek için kızına Lulia adını verdiği de bazı araştırmacılar tarafından öne sürülmektedir.
Caesarın M.Ö. 44 yılının 15 Martında öldürülmesinden sonra Caesar katilleri ile Marcus Antonius ve Octavian arasında çıkan savaşta, Philippi muharebesi öncesi Tarkondimotosun Cassiusa askeri destek vermeyi reddettiğini, ancak Brutusun kuvvet kullanması nedeniyle onun safında yer almak zorunda kaldığını Cassius Dio yazmaktadır. M.Ö. 42 yılında Philippi de yapılan savaşta Caesar katillerinin yenilerek ortadan kaldırılmalarından sonra kurulan Trumviratın Roma hakimiyet alanını paylaşımları sonucu Doğu Akdeniz ve dolayısıyla Kilikya Antoniusun kontrolüne bırakıldı. Antonius, denetiminde bulunan Doğu Akdenizin birçok yerinde olduğu gibi, Anadolunun ortasında ve doğusunda da büyük ve güçlü krallar yerine, başında Romanın güvenebileceği yerel önderlerin ya da rahiplerin bulunduğu prensliklerle bölgeyi denetim altında tutma politikasını tercih etmekteydi. Bu politikaya uygun olarak ovalık Kilikyayı elinde tutan Tarkondimotos daha önce Antoniusun düşmanı olan Caesar katillerinin yanında yer almaya zorlandığına Antoniusu ikna edebildiği için, M.Ö. 40 yılından itibaren Antoniusun müttefiki oldu ve Antonius Tarkondimotosa elinde bulundurduğu araziyi yönetme izni verdi. Bu dönemde Tarkondimotos, Romaya üstün hizmetlerde bulunmuş ve özellikle Antoniusa Parthlar ile yapılan savaşlar sırasında sadakatini çok belirgin bir şekilde göstermiş olmalıydı ki, kendisine Antonius tarafından kral unvanı verilmişti. Tarkondimotosun sikkelerinden öğrendiğimiz Philantonius unvanını da kullanmaya başlaması M.Ö. 40 ile 36 yılları arasındaki bu döneme rastlamaktadır. Fakat tüm sadakatine rağmen Tarkondimotos, o zaman kadar elinde tuttuğu Elaiussa ve Korykosu da kapsayan orta Kilikya sahilinin Antonius tarafından Kleopatraya hediye edilmesini kabullenmek zorunda kalmıştır.
Antoniusun Octavian ile yaptığı Romanın tek hakimi olma savaşında Antoniusun tarafını tuttu. Ancak M.Ö. 31 yılında yapılan ve Antoniusun kaybettiği Actium savaşı öncesi denizde Agrippanın gemileri ile meydana gelen bir çatışma sırasında komuta ettiği donanma birliklerinin başında öldü.
Buraya kadar sunulan bilgilerin ışığında Tarkondimotosun Seleukoslar imparatorluğunun yıkılmasından sonra Doğu Akdenizin diğer yerlerinde olduğu gibi ortaya çıkan iktidar boşluğunun Roma tarafından doldurulacağını zamanında gördüğünü ve bölgesinde yerel bir güç olamaya başlamasından beri politikasını Roma ile iyi ilişkiler kurulması üzerine oturttuğu, bu amaçla Romanın Doğu Akdenizdeki yöneticilerine sadakatini göstermekten hiçbir zaman çekinmediği anlaşılmaktadır. Tarkondimotosun Pomprius, Cicero ve Caesara gösterdiği sadakat Antoniusa bağlılığını, Philantonius adını alarak göstermesiyle doruk noktasına ulaşmıştı. Bu durumda alışılagelmiş olanı Philantonius yerine Philoromaios unvanını almasıydı. Tarkondimotos böylece doğulu krallara özgü devletlerin başındaki kişilerin arasındaki iyi ilişkileri yeğlemekte olduğunu göstermektedir. Ancak Tarkondimotosun M.Ö. 64-31 arasındaki 33 yıllık yönetimine damgasını vuran en önemli unsurun Romalıların sadık müttefiki olmaya çalışmasına rağmen uyguladığı ya da uygulamak zorunda kaldığı salıncak politikası olduğunu görmekteyiz. Kilikyanın Seleukos imparatorluğunun hakimiyet alanından Roma imparatorluğunun hakimiyet alanına geçişi dönemine rastlayan M.Ö. 1. yy.ın bu en karışık döneminde, Anadolu ile Suriye arasında, o zamanın iki büyük dünya gücü olma iddiasıyla birbirlerine acımasızca düşmanlık besleyen Parthlar ile Romalıların arasında yok olmamak için Tarkondimotostan başka bir politika izlemesi de beklenemezdi. Ancak burada dikkati çeken husus Tarkondimotosun sadakatini sunduğu Romalıların daima onların konumlarına göz diken rakipleri tarafından yenilenler ya da öldürülenler olmalarıydı. Bunun ötesinde Tarkondimotos sadakatini gösterdiği Romalıları onların ilk başarısızlıklarında terk etmemiş, ölümlerine kadar onları desteklemiş ve sonunda kendi de Antoniusa olan bağlılığı nedeniyle bu yolda hayatını kaybetmiştir.
Tarkondimotosun hayattaki oğlu Tarkondimotos Philopator, Actium savaşından hemen sonra derhal Octavianın tarafına geçtiğini belirtmesine ve bunu kanıtlamak içinde Antonius taraftarı gladyatörlerin Kyzikostan Alexadreiaya yürüyüşlerini Kilikyada engellemesine rağmen, savaşın galibi Octavian, Actium savaşından sonra Tarkondimotosun oğlu Tarkondimotos Philopatoru azletti ve ona babasının denetiminde olan bölgeyi yönetme hakkını on yıl süreyle tanımadı. Ancak doğuda Parthlardan herhangi bir saldırı gelmeyeceğine inandığında M.Ö. 20 yılında Tarkondimotosun oğlu Tarkondimotosa II. Tarkondimotos Philopator adıyla sadece babasının 31 yılında ölümünden hemen önce elinde tuttuğu araziyi yeniden kontrolü altında bulundurma hakkı tanıdı. Bunda II. Tarkondimotos Philopatorun Romalılara sadakatini on yıllık süre içinde çok etkin bir şekilde göstermiş olması da rol oynamış olmalıydı. Ancak babasından Antoniusun alıp Kleopatraya hediye ettiği orta Kilikya sahil şeridini Augustos Kappadokia kralı Archelaosa verdi. Böylece II. Tarkondimotosun elindeki bölge sadece ovalık Kilikyanın iç bölgesinde kalan, denizle ilişkisi kesilmiş Romalılar ile Parthlar arasında büyük bir önem taşımayan tampon bir yerel krallık konumuna indirgenmişti. M.Ö. 19 yılında Octavian, yeni dünya düzeninin yöneticisi olarak Kilikya Pediası ziyaret etti ve bu ziyaret sırasında Anazarbosa Kaisareia adını vererek yeniden kurdu. Böylece Tarkondimotos hanedanının başşehri olan Kastabalanın yanında bölgede ikinci bir merkez oluşmaya başladı. Bu durum zaman içinde Kastabalanın Çukurovanın doğusunda dini yönü ağır basan bir kent, Anazarbosun ise siyasi nitelikli bir metropol olması sürecini başlattı.
Tarkondimotos hanedanı hakkında antik kaynaklar ve yazıtların verdikleri bilgiler çok sınırlıdır. Tarkonodimotosun eşinin adı bilinmemektedir. Kastabalada yine 1914 yılında bulunan bir başka onur yazıtından öğrendiğimize göre Tarkondimotosun en büyük oğlu Laios adını taşımaktaydı. Antik kaynaklarda ve sikkelerde adının geçmemesi nedeniyle Laiosun Actium savaşından önce ölmüş olabileceği anlaşılmaktadır. Aynı yazıttan Tarkondimotosun Lulia adında bir de kızı olduğunu öğrenmekteyiz. II. Tarkondimotos Philopatorun Anazarbosta bulunan bir heykel kaidesi üzerindeki yazıtta kral olarak onurlandırılması Anazarbosun Tarkondimotosun kontrolü altındaki bölgede bulunma olasılığını kuvvetlendirmektedir. Anazarbosta 1984 yılında şehrin güneyindeki bir su kanalı kazısı sırasında bulunan mermerden erkek portre başının kral II. Tarkondimotos Philopatora ait olabileceğine Ramazan ÖZGAN kuvvetli bir ihtimal olarak değinmişti.Hem bu portre baş ve hem de heykel kaidesi herhalde Anazarbosun M.Ö. 19 yılında Octavian tarafından ziyaret edilmesi sırasında veya bu ziyaretin hemen ertesinde II. Tarkondimotos Philopatorun Augustos tarafından kral olarak onaylanmasını kutlamak amacıyla diktirilmiş olmalıydılar.
II. Tarkondimotosun ne zaman öldüğü ve hanedanın daha sonraki akıbeti bilinmemektedir. Sadece Tacitus, yıllıklarında M.S. 17 yılında Philopator isminde Kilikyalı bir soylunun öldüğünden bahseder. Tarkondimotos Philopatorun M.S. 17 yılında ölümünden sonra yönetiminde bulunan topraklar, Tacitusun da belirttiği gibi yöre halkının arzusu doğrultusunda, imparator Tiberius döneminde Germanicus tarafından Suriye eyaletine dahil edildi. M.S. 38 yılından Caligula, Tarkondimotosun arazisini Suriye eyaletinden ayırarak Romada beraber büyüdüğü çocukluk arkadaşı Kommagene kralı IV. Antiochosa verdi. IV. Antiochos bu bölgeyi M.S. 72 yılına kadar kısa aralıklarla kontrolü altında tuttu.İmparator Vespasian M.S. 72 yılından itibaren yeniden kurduğu Kilikya eyaletinin sınırları içine bu bölgeyi de dahil etti.Böylece bir yüzyıla yakın bir süre Tarkondimotosun yönetiminde kalan ovalık Kilikyanın doğusu M.S. 260 yılına kadar aralıksız sürecek Roma imparatorluk yönetimine girmiş oldu.
Tarkondimotosun denetiminde bölgenin genişliği hakkında kesin bilgiler yoktur. Ancak başkenti Hierapolis-Kastabalada bulunan bir yazıtta Toparch olarak onurlandırılması Tarkondimotosun kontrolündeki bölgenin Seleukoslar devrindeki yerel yönetim birimlerinden Toparchialardan birinin devamı olabileceği ihtimalini akla getirmektedir. Tarkondimotosun yönetim organizasyonu Hellenistik devir krallıklarını yönetimlerinden esinlenerek oluşturulmuştu. Kastabalada bulunan bir diğer yazıtta değinilen şehrin en büyük memuru, komutanı ve kentin arazisinin muhafızlarının ve kraliyet birliklerinin komutanı unvanları Kastabalanın bağımsız bir şehir konumunda olduğunu ama kraliyet kurumlarının denetiminde bulunduğunu göstermektedir. Aynı yazıttan ayrı ayrı yönetim birimleri olduklarını ve bunların tıpkı Hellenistik krallıklarda olduğu gibi, bugün başbakan ile karşılaştırabilecek tek bir yüksek memur tarafından yönetildiğini öğrenmekteyiz.
Güneyde Pyramos üzerindeki en önemli antik kentlerden biri olan Mopsuhestia, Pyramosun denize döküldüğü yerde bulunan Kilikyanın en eski kentlerinden Mallos ve onun kutsal alanı Magarsos ile bunların doğusundaki Kilikyanın en büyük limanı olan Aigeai ve daha doğudaki Epiphaneia antik kentinin Tarkondimotosun kontrolündeki arazide bulunduğu sanılmaktadır. Ciceronun Amanoslar da yaptığı askeri operasyonlar sırasında Epiphaneia antik kenti yakınlarındakarargahını kurması bu bölgenin Romalılar için güvenilir olduğu varsayımını kuvvetlendirmektedir. Tarkondimotosun Elaiussa-Sebaste ve Korykosa kadar tüm sahil şeridini denetiminde tuttuğuna dair Cassius Dio, Lucan ve Straboya dayanarak yapılan yorumlar şimdilik başka belgelerle desteklenerek kesinlik kazanmamıştır. Batıda büyük bir olasılıkla Anazarbos ve batısındaki Sarosa kadar uzanan arazi Tarkondimotosun denetimindeydi.
Doğuda ise Toros ve Amanos dağ silsilelerinin birleştiği arazinin Tarkondimotosun kontrolünde olması kuvvetle muhtemeldir. Tarkodimotosun arazisinin kuzeyde en azından ovayı çevreleyen Toros dağlarının güney yamaçlarına kadar yayılmış olabileceği bu bölgede yaptığımız incelemeler sırasında saptadığımız bir epigrafik buluntu sayesinde belgelenebilmektedir. Söz konusu epigrafik buluntu Kozan ilçesinin kuzey doğusunda Uzunoğlan Tepesi üzerindeki tapınağın hemen yanında bulunan bir ortaçağ yapısında devşirme malzeme olarak kullanılır durumda bulunan bir onur yazıtıdır. Yazıtta kral Tarkondimotos Philopator onurlandırılmaktadır.
Burada kısaca değinilen yazıtların verdiği bilgiler ile antik kaynakların değerlendirilmesi sonucunda Tarkondimotosun ve oğlu II. Tarkondimotos Philopatorun en azından Çukurovanın doğu ve kuzeydoğu bölgesinde Kastabala ve Anazarbos antik kentlerini de içine alan Pyramos havzasını yaklaşık 80 yıl süreyle yönettikleri anlaşılmaktadır.
Çukurova ve dolayısıyla Hierapolis-Kastabalanın Roma hakimiyetine girmesiyle bölgenin Seleukos imparatorluğunun son yıllarında ve Tarkondimotos hanedanı döneminde yaşadığı belirsizlik ve bunun getirdiği sosyal ve ekonomik sıkıntılar sona ermişti. Bölgede gerçekleştirilen büyük yapı faaliyeti de bunu göstermektedir. Daha sonraki yüzyıllarda Roma imparatorlarından Traian, Hadrian ve Caracalla Kastabalayı ziyaret etmişler ve bu ziyaretleri sırasında kent halkı tarafından heykelleri dikilerek onurlandırılmışlardır. M.S. 3. yy da Roma imparatorluğunun doğu sınırında huzursuzluğunun artması üzerine bölgeden doğuya giden çok sayıda Roma askeri birliği geçmiştir. Kent imparator Valerian döneminde Hierapolis-Kastabala ya da Pyramos kenarındaki Hierapolis adıyla da anılmaktaydı. M.S. 260 yılında Sasani kralı I. Hapur tarafından fethedildi. Erken Bizans devrinde Kastabalalı akrobatların ünsaldığı bilinmektedir. 380 yılında Bizans imparatorluğuna başkaldıran Isaurialı Balbinos tarafından fethedilen kent, 5. yy. başlarında kurulan Cilicia Secunda eyaletinin başkenti olan Anazarbosa bağlandı. Kent 431de Efeste yapılan konsüle Hesychius ismindeki temsilcisiyle, 451 yılında Kadıköyde yapılan konsüle Paregorios isimli temsilcisiyle katıldı. 524 yılında Kastabalanın yaklaşık 30 km. kuzey batısında bulunan Anazarbosta büyük tahribata yol açan depremin Kastabalayı da etkilemiş olduğu kesindir. İmparator Justin döneminde meydana gelen bu depremden sonra, 561 yılında imparator Justinian zamanında ikinci bir büyük deprem daha Çukurovadaki şehirleri yerle bir etti ve depremin hemen sonrasında başlayan veba salgını Çukurovadan Amik ovasına kadar yayılarak Antakyada dahil olmak üzere tüm şehirlerde ve kırsal alanda büyük can kayıplarına neden oldu. Orta ve geç Bizans dönemlerinde giderek önemini kaybeden Kastabala Haçlı seferlerinin yıkımından sonra kendini bir daha toparlayamamış ve kısa bir süre sonra tamamen terkedilmiştir.
Bugün Kastabala ören yerinde görülen kalıntılar tamamen Roma devrinden kalmadır. Diğer Çukurova kentlerinde olduğu gibi Kastabalada da M.S. 2.yy. sonu ve 3. yy. başlarında artan doğu seferleri nedeniyle doğu cephesine sevk edilen Roma lejyonları ekonomik ve sosyal sorunlara neden olmaktaydılar. Kentlerin bu sorunlarla baş edebilmelerini sağlamak amacıyla imparatorlar ovalık Kilikya kentlerinde yoğun imar faaliyetine girişmişler ve bu kentlere kendi adlarıyla anılan birçok oyun düzenlenmesi ayrıcalığını tanımışlardır. özellikle Septimius Severus tarafından ve daha sonra Severus hanedanı tanrından uygulanan imar politikasının ürünleri Hierapolis-Kastabalanın ayakta kalan yapı kalıntılarında bugün halen izlenebilmektedir.
Kastabalanın oldukça iyi durumda günümüze ulaşan antik yapı kalıntıları arasında en önemlisi hiç şüphesiz sütunlu caddesidir. Kastabalayı Karatepe-Aslantaşa bağlayan asfalt yoldan yaklaşık 300 m. uzunluğundaki sütunlu caddenin bir kısmı görülmektedir. Bu cadde üzerine kalenin üzerinde bulunduğu kayalığın yanından geçip asıl iskan bölgesini oluşturan ve doğu-batı yönünde uzanan vadiye iner.
Kent merkezi; batıda sütunlu caddenin başladığı yerde bulunduğu sanılan bir kapı tarafından sınırlanmaktadır. Güneyde, doğuda ve kuzeyde kentin kurulu olduğu vadiyi çevreleyen tepeler, kent merkezini sınırlamaktaydılar. Kent merkezinin ortasındaki sütunlu cadde batıdan doğuya arazinin eğimine uygun olarak yükselerek üzerinde birkaç tonozun görüldüğü bir yapı kalıntısının bulunduğu bölgenin kuzeyinden geçerek Propylon olduğu sanılan bir anıtsal kapıya ulaşmaktadır. Bu kapı kalıntılarının güneybatısında bulunan ve büyük bir yapıya ait olan mermer mimari parçalar bu tonozların büyük bir yapının altyapısı olduğu izlenimini vermektedir. 1890 yılında Kastabalayı ziyareti sırasında Th. Bnet sözü edilen buluntuları bugünkünden çok daha iyi durumda görmüş ve burayı bugüne kadar yeri kesin olarak belirlenememiş olan Artemis Perasia tapınağının yeri olarak önermiştir. Bu alanın hemen batısında bulunan kuzey kilisesinde devşirme malzeme olarak kullanılmış olan Roma imparatorluk devri mimari parçaları dikkate alındığında buradabüyük bir Roma devri yapısının bulunduğu anlaşılmaktadır. Propylondan geçtikten sonra doğuya yönelen sütunlu cadde bir terasa ulaşmaktadır. Terasın üzerinde bulunan adak yazıtları nedeniyle bazı araştırmacılar kentin ana tanrıçası Artemis Perasia tapınağının burada aranması gerektiğini önermektedirler. Bu terasın hemen altında doğu-batı yönünde kentin Stadionu uzanmaktadır. Bu Stadionun doğu ucu bir istinat duvarı ile sınırlanmakta olup batı ucunda kentin tiyatrosu bulunmaktadır. Tiyatronun güneyinde hamam kalıntıları görülmektedir. Stadion, tiyatro ve hamamın birbirlerine çok yakın bulunduğu bu alan kentin günlük hayatının merkeziydi. Artemis Perasia kültü ile ilişkili dini törenlerin yapıldığı ve komşu kentlerin sporcularının da katıldığı çeşitli oyunların oynandığı Stadion, Artemis Perasia kutsal alanı ile doğrudan bağlantılı olmalıydı.
Şehrin güneybatı kesiminde görülen sütun gövdelerinin oluşturduğu sütun dizisi bazı araştırmacılar tarafından agora, bazıları tarafından da ikinci bir sütunlu cadde olarak tanımlanmaktadır. Kentin, güney, kuzey ve batısında çok sayıda mezar yapıları ve kaya mezarları görülmektedir. Kalenin bulunduğu kayalığın kuzey yamacında ulaşım kolaylığı sağlamak ve kalenin savunulmasını kolaylaştırmak amacıyla bir kaya kesiği açılmıştır. Ayrıca M.S. 6. yy.ın ilk yarısına tarihlenen iki kilise dikkati çekmektedir. Bunlardan kuzeydeki sütunlu caddenin hemen yanında inşa edilmiş olup, yapımında Roma imparatorluk devri yapılarından sökülen mimari parçalar kullanılmıştır. Her iki kiliseyi de ayrıntılı olarak inceleyen O. Feld bunları 6. yy.ın ilk yarısına tarihlemektedir. Kiliselerde erken Bizans devrinde Suriyede yapılmış olan kiliselerin mimari özellikleri görülmektedir.
Kentin su ihtiyacı Ceyhan nehrinin doğu yakasında bulunan Düziçi ilçesine bağlı Karagedik köyü civarındaki kaynaktan açık kaynaklarla getirilen suyun Nergis mahallesi civarında Ceyhan nehri üzerine inşa edilmiş bulunan sukemerleri üzerinde basınçlı su nakline yarayan taştan kapalı borular içinde Ceyhan nehri vadisinden taşınarak kente getirilmesiyle karşılanıyordu.
Kastabalada bulunan yazıtlar ve sikkeler kentte Artemis Perasianın yanı sıra, Asklepios ve Hygieia, Helios, Theos Pyretos gibi tanrıçaların da tapınım gördükleri belgelemektedir. Ayrıca ölmüş ve hayatta olan imparatorlar için diktirilmiş olan yazıtlı yuvarlak sunaklar Kastabalada Roma imparator kültünün varlığını belgelemektedir. Kastabalada bulunan yazıtlarda imparatorlar Caracalla, III. Gordiannın yanı sıra Marcus Aureliusun karısı Faustinada Nea Hera olarak onurlandırılmaktadır.
Yukarıda anlatılan tüm yapı kalıntıları ile Kastabala bugün bir arkeolojik ve doğal park olabilecek özellikleri taşımaktadır. 1994 yılında antik kentin içinden güney kilisesi ve sütunlu caddeyi tahrip olmasına yol açacak şekilde geçirilmek istenen birkaç metre genişliğindeki su kanalı kentin güney sınırında tahribata yol açmaya başladığı sırada fark edilerek ilgili makamların zamanında müdahalesi ile kentin batı kenarından beton taşıyıcı elemanlar üzerinde geçirilerek, tahribat en alt düzeyde tutulmaya çalışılmıştır.
Kastabala harabelerinin içerdiği önemli tarihi ve arkeolojik anıtların her türlü tahribattan özenle korunması, yol gösterici ve açıklayıcı levhalar ile kolayca gezilir hale getirilmeleri halinde, yeni kurulan Osmaniye ilimizin bu güzide antik kenti Karatepe-Aslantaş, Kadirli-Flaviopolis ve Dilekkaya-Anazarbos ile birlikte Çukurovanın doğusunda mutlaka ziyaret edilmesi gereken ören yerleri konumuna kavuşacaktır.
Kaynak:
osmaniye.gov.tr
Osmaniyeden Cevdetiye, Kesmeburun üzerinden Karatepe-Aslantaş ören yerine ulaşan yolun doğusunda bulunan kalenin eteklerinden başlayarak kalıntıları çepeçevre birkaç km²lik alanı kaplayan Kastabala Ören Yerini ilk kez 1875 yılında İngiliz diplomat E.J. Davis ziyaret etmiş ve ayrıntılı olarak tanımlamıştır. Kentin antik devirdeki diğer bir adının da Hierapolis olduğu ancak 1890 yılında İngiliz araştırmacı Th. Bent tarafından burada bulunan antik yazıtlar sayesinde anlaşılmıştır.
Çeşitli uluslara mensup gezgin ve araştırmacıların Kastabalanın anıtları, yazıtları ve sikkeleri hakkında 20. yy. da yaptıkları araştırmalar sayesinde antik kent tarihinin karanlıkta kalan bazı noktalarını aydınlatmak mümkün olabilmektedir. Antik yazarlardan Ptolemaeus ve Plinius ovalık Kilikyanın antik kentleri arasında Kastabalaya komşu kentler Anazarbos’tan sonra ve Epiphaneiadan önce değinmişlerdir. Coğrafyacı Strabo ise, Toros dağları üzerinde ikinci bir Kastabala bulunduğu yanılgısına düşmüştür. Anadolu dillerinden türetilmiş bir yer ismi olan Kastabala adının geçtiği en eski yazılı belge Kastabalanın 20 km. kadar kuzeyinde bulunan bahadırlı köyü civarında 1961 yılında bulunan Aramice bir sınır yazıtıdır. M.Ö. 5. ve 4. yy. da Anadoluya hakim olan Perslerin kullandığı resmi yazı olan bu metinde Pirvaşua adını da taşıyan Anadolu ana tanrıçası Kubabanın arazisinin bir kısmının da Kastabalaa ait olduğu belirtilmektedir. Buradaki Kastabala ismiyle bir kentin mi yoksa bir arazinin mi kastedilmek istendiği kesin olarak anlaşılamamaktadır. Kastabala ilk kez Seleukos krallarından IV. Antiochos Epiphanesin hakimiyet döneminde (M.Ö. 175-164) basılan sikkelerde Hierapolis adıyla anılmaktadır. Antiochos kentte uzun zamandan beri tapınım gören \"Perasia\" ismindeki tanrıçanın tapınağından ötürü kente \"Kutsal Şehir\" adını vermiştir. Perasia adı büyük bir olasılıkla yukarıda bahsedilen Arami yazıtında geçen ve kökleri geç Hitit dönemine uzanan Pirvaşua adından türetilmiştir. Roma devrinde yaşamış olan Amasyalı tarihi coğrafya yazarı Strabo Perasia tanrıçasına tapınım törenleri sırasında gözlenen ilginç bir gelenekten söz etmektedir. Straboya göre tanrıçanın rahibeleri dini törenler sırasında çıplak ayakları ile korlaşmış kızgın kömürler üzerinden ayakları yanmadan yürümekteydiler. Bu törenler Hindistan, Pasifik adaları, Orta İtalya ve Trakyada bazı halk toplulukları arasında halen yapılmaktadır. Kastabala sikkeleri üzerindeki Perasia tasvirleri ve Kastabalada bulunan Perasiaya sunulmuş olan adak yazıtları bu tanrıçanın kült merkezinin Kastabalada olduğunu belgelemektedirler. En önemli atribüsünün meşale olduğunu sikkelerden öğrendiğimiz Perasia yazıtlarda unvanı ile onurlandırılmaktadır. Straboya göre Perosia Kastabalada Artemis ile özdeşleştirilmekteydi. Antik Yunan tanrılar dünyasından tanıdığımız Artemisin kökleri Hitit devrine kadar uzanan bir yerel Anadolu tanrıçası olan Persia ile özdeşleştirilmesi Anadolunun bir çok yerinde benzerleri görülen synkretimus olgusunun Çukurovadaki en dikkati çeken örneğidir. Kastabalada bulunmuş olan ve Roma imparatorluk devrinin başlarına tarihle nen vezinli bir yazıtta Perasiaya , Selene, Demeter, Artemis, Aphrodite ve Hekate tanrıçalarının adlarıyla yakarışta bulunulması doğu ve batı din ve tanrılar dünyasının Kastabalada Roma imparatorluk devrinde birbirleriyle kaynaştıklarını belgelemektedir. Çukurovanın doğusunda yer alan Hierapolis-Kastabalanın Seleukos imparatorluğunun hakimiyeti altında bulunduğu M.Ö. IV. yy. sonu ile M.Ö. I. yy. ortaları arasındaki konumu hakkında antik kaynaklarda dikkate değer bir bilgiye rastlanmamaktadır. M.Ö. I. yy. ortalarında Seleukosların tarih sahnesinden çekilip, bölgeye Roma devletinin hakim olmaya başladığı dönemde Hierapolis-Kastabalanın tekrar tarih sahnesine çıktığı görülmektedir. Bilindiği gibi M.Ö. 67 yılında ünlü Romalı komutan Cn. Pompeius Magnus tarafından denizde ve karada kesin bir yenilgiye uğratılan Kilikya korsanlarının Doğu Kilikyada sahil kentlerine ve sahille yakın yerlere iskan edilmeleriyle bölgenin tarihinde yeni bir dönem başlamış oldu.Önceleri Kapadokya Kralı Archelaosun denetimine verilen Kastabala ve diğer ovalık Kilikya kentlerinde Seleukos imparatorluğunun son yıllarında ortaya çıkan yönetim sorunlarının devam ettiği görüldü Bunun üzerine Romalılar bölgedeki iktidar boşluğunu önlemek için antik devirdeki adı Pyramos olan Ceyhan nehri havzasının denetimini Tarkondimotos ismindeki eski bir korsan önderine bıraktılar. O dönemde bu bölgenin başşehri Hierapolis-Kastabala idi.
Tarkondimotostan beri ilk kez M.Ö. 51 yılında Cicero tarafından Romalıların dostu ve müttefiki olarak bahsedilmesine karşın, M.Ö. 64 yılı kışından beri ovalık Kilikyanın doğu kesimlerinin denetiminin elinde olduğu sanılmaktadır. Babası olduğunu, Kastabalada 1914 yılında bulunan bir onur yazıtından öğrendiğimiz Stratoya ne antik kaynaklarda ne de yazıtlar ve sikkelerde bugüne değin kral olarak değinilmemesi nedeniyle Tarkondimotosun kendi adıyla anılan yerel hanedanlığın kurucusu olduğu sanılmaktadır. Kesin doğum yılı bilinmeyen Tarkondimotosun, ovalık Kilikyanın doğusundaki bazı yerel halk topluluklarının başındaki aşiret liderleri üzerinde kontrolü sağlayarak buranın hakimi olduğu anlaşılmaktadır. Romalılar tarafından bölgenin lideri olarak tanınmasının nedenlerinin başında Strabonun bahsettiği kahramanlıklarından daha önemlisi Romanın güvenilir bir müttefiki olduğunu birçok kere kanıtlamış olmasıydı. M.Ö. 64 yılı kışında Pompeiusun legatı Afraniusu, Lucullusun Amanos dağlarına yerleştirmiş olduğu Arap kabilelerinin saldırıları sırasında desteklemesi ve M.Ö. 51 yılında Ciceronun Kilikya eyalet valiliği sırasında Parthların Kilikyayı istila etmek üzere yığınak yaptıklarını zamanında bildirmesi, Romalıların Tarkondimotosun sadakatine inanmaları için yeterliydi. Çünkü Anadolu ile Mezopotamya arasında anahtar konumunda olan Doğu Kilikya ve Amanos bölgesinin kontrolü, Romalılar için büyük stratejik önem taşımaktaydı. Bunun için bölgede çok güvendikleri bir yerel güce gereksinimleri vardı. Tarkondimotos daha önce korsan olmasına rağmen şimdi hem araziyi ve hem de Doğu Akdeniz ve Kilikya sahillerini iyi tanıdığından Romalıların hizmetinde onlara çok yararlı olmaktaydı. Tarkondimotosun kral unvanını alması Ciceronun Kilikya eyalet valiliği görevinin bitiminden yaklaşık 10 yıl sonra gerçekleşecekti. Zaten Cicero da Tarkondimitostan sadece Romalıların dostu ve müttefiki olarak bahsetmekte, ama kral unvanı olduğuna değinmemektedir. Tarkondimotosun, Pompeius ile Lulius Caesar arasındaki mücadele sürecinde Pompeiusun tarafını tuttuğunu ve onun donanmasının hazırlanması konusundaki en büyük yardımcısı olduğunu Cassius Diodan öğrenmekteyiz
Pompeiusun , Caesar tarafından M.Ö. 48 yılında Pharsalos savaşında yenilmesinden ve Mısırda öldürülmesinden sonra, Pompeiusun taraftarlarına sadık kalmaya devam edeceği izlenimini uyandırıp onları tuzağa düşürüp, Caesara teslim ederek Caesarın güvenini kazanmaya ve bu sayede kendi konumunu kurtarmaya çalıştı. hatta Lulius Caesara bağlılığını göstermek için kızına Lulia adını verdiği de bazı araştırmacılar tarafından öne sürülmektedir.
Caesarın M.Ö. 44 yılının 15 Martında öldürülmesinden sonra Caesar katilleri ile Marcus Antonius ve Octavian arasında çıkan savaşta, Philippi muharebesi öncesi Tarkondimotosun Cassiusa askeri destek vermeyi reddettiğini, ancak Brutusun kuvvet kullanması nedeniyle onun safında yer almak zorunda kaldığını Cassius Dio yazmaktadır. M.Ö. 42 yılında Philippi de yapılan savaşta Caesar katillerinin yenilerek ortadan kaldırılmalarından sonra kurulan Trumviratın Roma hakimiyet alanını paylaşımları sonucu Doğu Akdeniz ve dolayısıyla Kilikya Antoniusun kontrolüne bırakıldı. Antonius, denetiminde bulunan Doğu Akdenizin birçok yerinde olduğu gibi, Anadolunun ortasında ve doğusunda da büyük ve güçlü krallar yerine, başında Romanın güvenebileceği yerel önderlerin ya da rahiplerin bulunduğu prensliklerle bölgeyi denetim altında tutma politikasını tercih etmekteydi. Bu politikaya uygun olarak ovalık Kilikyayı elinde tutan Tarkondimotos daha önce Antoniusun düşmanı olan Caesar katillerinin yanında yer almaya zorlandığına Antoniusu ikna edebildiği için, M.Ö. 40 yılından itibaren Antoniusun müttefiki oldu ve Antonius Tarkondimotosa elinde bulundurduğu araziyi yönetme izni verdi. Bu dönemde Tarkondimotos, Romaya üstün hizmetlerde bulunmuş ve özellikle Antoniusa Parthlar ile yapılan savaşlar sırasında sadakatini çok belirgin bir şekilde göstermiş olmalıydı ki, kendisine Antonius tarafından kral unvanı verilmişti. Tarkondimotosun sikkelerinden öğrendiğimiz Philantonius unvanını da kullanmaya başlaması M.Ö. 40 ile 36 yılları arasındaki bu döneme rastlamaktadır. Fakat tüm sadakatine rağmen Tarkondimotos, o zaman kadar elinde tuttuğu Elaiussa ve Korykosu da kapsayan orta Kilikya sahilinin Antonius tarafından Kleopatraya hediye edilmesini kabullenmek zorunda kalmıştır.
Antoniusun Octavian ile yaptığı Romanın tek hakimi olma savaşında Antoniusun tarafını tuttu. Ancak M.Ö. 31 yılında yapılan ve Antoniusun kaybettiği Actium savaşı öncesi denizde Agrippanın gemileri ile meydana gelen bir çatışma sırasında komuta ettiği donanma birliklerinin başında öldü.
Buraya kadar sunulan bilgilerin ışığında Tarkondimotosun Seleukoslar imparatorluğunun yıkılmasından sonra Doğu Akdenizin diğer yerlerinde olduğu gibi ortaya çıkan iktidar boşluğunun Roma tarafından doldurulacağını zamanında gördüğünü ve bölgesinde yerel bir güç olamaya başlamasından beri politikasını Roma ile iyi ilişkiler kurulması üzerine oturttuğu, bu amaçla Romanın Doğu Akdenizdeki yöneticilerine sadakatini göstermekten hiçbir zaman çekinmediği anlaşılmaktadır. Tarkondimotosun Pomprius, Cicero ve Caesara gösterdiği sadakat Antoniusa bağlılığını, Philantonius adını alarak göstermesiyle doruk noktasına ulaşmıştı. Bu durumda alışılagelmiş olanı Philantonius yerine Philoromaios unvanını almasıydı. Tarkondimotos böylece doğulu krallara özgü devletlerin başındaki kişilerin arasındaki iyi ilişkileri yeğlemekte olduğunu göstermektedir. Ancak Tarkondimotosun M.Ö. 64-31 arasındaki 33 yıllık yönetimine damgasını vuran en önemli unsurun Romalıların sadık müttefiki olmaya çalışmasına rağmen uyguladığı ya da uygulamak zorunda kaldığı salıncak politikası olduğunu görmekteyiz. Kilikyanın Seleukos imparatorluğunun hakimiyet alanından Roma imparatorluğunun hakimiyet alanına geçişi dönemine rastlayan M.Ö. 1. yy.ın bu en karışık döneminde, Anadolu ile Suriye arasında, o zamanın iki büyük dünya gücü olma iddiasıyla birbirlerine acımasızca düşmanlık besleyen Parthlar ile Romalıların arasında yok olmamak için Tarkondimotostan başka bir politika izlemesi de beklenemezdi. Ancak burada dikkati çeken husus Tarkondimotosun sadakatini sunduğu Romalıların daima onların konumlarına göz diken rakipleri tarafından yenilenler ya da öldürülenler olmalarıydı. Bunun ötesinde Tarkondimotos sadakatini gösterdiği Romalıları onların ilk başarısızlıklarında terk etmemiş, ölümlerine kadar onları desteklemiş ve sonunda kendi de Antoniusa olan bağlılığı nedeniyle bu yolda hayatını kaybetmiştir.
Tarkondimotosun hayattaki oğlu Tarkondimotos Philopator, Actium savaşından hemen sonra derhal Octavianın tarafına geçtiğini belirtmesine ve bunu kanıtlamak içinde Antonius taraftarı gladyatörlerin Kyzikostan Alexadreiaya yürüyüşlerini Kilikyada engellemesine rağmen, savaşın galibi Octavian, Actium savaşından sonra Tarkondimotosun oğlu Tarkondimotos Philopatoru azletti ve ona babasının denetiminde olan bölgeyi yönetme hakkını on yıl süreyle tanımadı. Ancak doğuda Parthlardan herhangi bir saldırı gelmeyeceğine inandığında M.Ö. 20 yılında Tarkondimotosun oğlu Tarkondimotosa II. Tarkondimotos Philopator adıyla sadece babasının 31 yılında ölümünden hemen önce elinde tuttuğu araziyi yeniden kontrolü altında bulundurma hakkı tanıdı. Bunda II. Tarkondimotos Philopatorun Romalılara sadakatini on yıllık süre içinde çok etkin bir şekilde göstermiş olması da rol oynamış olmalıydı. Ancak babasından Antoniusun alıp Kleopatraya hediye ettiği orta Kilikya sahil şeridini Augustos Kappadokia kralı Archelaosa verdi. Böylece II. Tarkondimotosun elindeki bölge sadece ovalık Kilikyanın iç bölgesinde kalan, denizle ilişkisi kesilmiş Romalılar ile Parthlar arasında büyük bir önem taşımayan tampon bir yerel krallık konumuna indirgenmişti. M.Ö. 19 yılında Octavian, yeni dünya düzeninin yöneticisi olarak Kilikya Pediası ziyaret etti ve bu ziyaret sırasında Anazarbosa Kaisareia adını vererek yeniden kurdu. Böylece Tarkondimotos hanedanının başşehri olan Kastabalanın yanında bölgede ikinci bir merkez oluşmaya başladı. Bu durum zaman içinde Kastabalanın Çukurovanın doğusunda dini yönü ağır basan bir kent, Anazarbosun ise siyasi nitelikli bir metropol olması sürecini başlattı.
Tarkondimotos hanedanı hakkında antik kaynaklar ve yazıtların verdikleri bilgiler çok sınırlıdır. Tarkonodimotosun eşinin adı bilinmemektedir. Kastabalada yine 1914 yılında bulunan bir başka onur yazıtından öğrendiğimize göre Tarkondimotosun en büyük oğlu Laios adını taşımaktaydı. Antik kaynaklarda ve sikkelerde adının geçmemesi nedeniyle Laiosun Actium savaşından önce ölmüş olabileceği anlaşılmaktadır. Aynı yazıttan Tarkondimotosun Lulia adında bir de kızı olduğunu öğrenmekteyiz. II. Tarkondimotos Philopatorun Anazarbosta bulunan bir heykel kaidesi üzerindeki yazıtta kral olarak onurlandırılması Anazarbosun Tarkondimotosun kontrolü altındaki bölgede bulunma olasılığını kuvvetlendirmektedir. Anazarbosta 1984 yılında şehrin güneyindeki bir su kanalı kazısı sırasında bulunan mermerden erkek portre başının kral II. Tarkondimotos Philopatora ait olabileceğine Ramazan ÖZGAN kuvvetli bir ihtimal olarak değinmişti.Hem bu portre baş ve hem de heykel kaidesi herhalde Anazarbosun M.Ö. 19 yılında Octavian tarafından ziyaret edilmesi sırasında veya bu ziyaretin hemen ertesinde II. Tarkondimotos Philopatorun Augustos tarafından kral olarak onaylanmasını kutlamak amacıyla diktirilmiş olmalıydılar.
II. Tarkondimotosun ne zaman öldüğü ve hanedanın daha sonraki akıbeti bilinmemektedir. Sadece Tacitus, yıllıklarında M.S. 17 yılında Philopator isminde Kilikyalı bir soylunun öldüğünden bahseder. Tarkondimotos Philopatorun M.S. 17 yılında ölümünden sonra yönetiminde bulunan topraklar, Tacitusun da belirttiği gibi yöre halkının arzusu doğrultusunda, imparator Tiberius döneminde Germanicus tarafından Suriye eyaletine dahil edildi. M.S. 38 yılından Caligula, Tarkondimotosun arazisini Suriye eyaletinden ayırarak Romada beraber büyüdüğü çocukluk arkadaşı Kommagene kralı IV. Antiochosa verdi. IV. Antiochos bu bölgeyi M.S. 72 yılına kadar kısa aralıklarla kontrolü altında tuttu.İmparator Vespasian M.S. 72 yılından itibaren yeniden kurduğu Kilikya eyaletinin sınırları içine bu bölgeyi de dahil etti.Böylece bir yüzyıla yakın bir süre Tarkondimotosun yönetiminde kalan ovalık Kilikyanın doğusu M.S. 260 yılına kadar aralıksız sürecek Roma imparatorluk yönetimine girmiş oldu.
Tarkondimotosun denetiminde bölgenin genişliği hakkında kesin bilgiler yoktur. Ancak başkenti Hierapolis-Kastabalada bulunan bir yazıtta Toparch olarak onurlandırılması Tarkondimotosun kontrolündeki bölgenin Seleukoslar devrindeki yerel yönetim birimlerinden Toparchialardan birinin devamı olabileceği ihtimalini akla getirmektedir. Tarkondimotosun yönetim organizasyonu Hellenistik devir krallıklarını yönetimlerinden esinlenerek oluşturulmuştu. Kastabalada bulunan bir diğer yazıtta değinilen şehrin en büyük memuru, komutanı ve kentin arazisinin muhafızlarının ve kraliyet birliklerinin komutanı unvanları Kastabalanın bağımsız bir şehir konumunda olduğunu ama kraliyet kurumlarının denetiminde bulunduğunu göstermektedir. Aynı yazıttan ayrı ayrı yönetim birimleri olduklarını ve bunların tıpkı Hellenistik krallıklarda olduğu gibi, bugün başbakan ile karşılaştırabilecek tek bir yüksek memur tarafından yönetildiğini öğrenmekteyiz.
Güneyde Pyramos üzerindeki en önemli antik kentlerden biri olan Mopsuhestia, Pyramosun denize döküldüğü yerde bulunan Kilikyanın en eski kentlerinden Mallos ve onun kutsal alanı Magarsos ile bunların doğusundaki Kilikyanın en büyük limanı olan Aigeai ve daha doğudaki Epiphaneia antik kentinin Tarkondimotosun kontrolündeki arazide bulunduğu sanılmaktadır. Ciceronun Amanoslar da yaptığı askeri operasyonlar sırasında Epiphaneia antik kenti yakınlarındakarargahını kurması bu bölgenin Romalılar için güvenilir olduğu varsayımını kuvvetlendirmektedir. Tarkondimotosun Elaiussa-Sebaste ve Korykosa kadar tüm sahil şeridini denetiminde tuttuğuna dair Cassius Dio, Lucan ve Straboya dayanarak yapılan yorumlar şimdilik başka belgelerle desteklenerek kesinlik kazanmamıştır. Batıda büyük bir olasılıkla Anazarbos ve batısındaki Sarosa kadar uzanan arazi Tarkondimotosun denetimindeydi.
Doğuda ise Toros ve Amanos dağ silsilelerinin birleştiği arazinin Tarkondimotosun kontrolünde olması kuvvetle muhtemeldir. Tarkodimotosun arazisinin kuzeyde en azından ovayı çevreleyen Toros dağlarının güney yamaçlarına kadar yayılmış olabileceği bu bölgede yaptığımız incelemeler sırasında saptadığımız bir epigrafik buluntu sayesinde belgelenebilmektedir. Söz konusu epigrafik buluntu Kozan ilçesinin kuzey doğusunda Uzunoğlan Tepesi üzerindeki tapınağın hemen yanında bulunan bir ortaçağ yapısında devşirme malzeme olarak kullanılır durumda bulunan bir onur yazıtıdır. Yazıtta kral Tarkondimotos Philopator onurlandırılmaktadır.
Burada kısaca değinilen yazıtların verdiği bilgiler ile antik kaynakların değerlendirilmesi sonucunda Tarkondimotosun ve oğlu II. Tarkondimotos Philopatorun en azından Çukurovanın doğu ve kuzeydoğu bölgesinde Kastabala ve Anazarbos antik kentlerini de içine alan Pyramos havzasını yaklaşık 80 yıl süreyle yönettikleri anlaşılmaktadır.
Çukurova ve dolayısıyla Hierapolis-Kastabalanın Roma hakimiyetine girmesiyle bölgenin Seleukos imparatorluğunun son yıllarında ve Tarkondimotos hanedanı döneminde yaşadığı belirsizlik ve bunun getirdiği sosyal ve ekonomik sıkıntılar sona ermişti. Bölgede gerçekleştirilen büyük yapı faaliyeti de bunu göstermektedir. Daha sonraki yüzyıllarda Roma imparatorlarından Traian, Hadrian ve Caracalla Kastabalayı ziyaret etmişler ve bu ziyaretleri sırasında kent halkı tarafından heykelleri dikilerek onurlandırılmışlardır. M.S. 3. yy da Roma imparatorluğunun doğu sınırında huzursuzluğunun artması üzerine bölgeden doğuya giden çok sayıda Roma askeri birliği geçmiştir. Kent imparator Valerian döneminde Hierapolis-Kastabala ya da Pyramos kenarındaki Hierapolis adıyla da anılmaktaydı. M.S. 260 yılında Sasani kralı I. Hapur tarafından fethedildi. Erken Bizans devrinde Kastabalalı akrobatların ünsaldığı bilinmektedir. 380 yılında Bizans imparatorluğuna başkaldıran Isaurialı Balbinos tarafından fethedilen kent, 5. yy. başlarında kurulan Cilicia Secunda eyaletinin başkenti olan Anazarbosa bağlandı. Kent 431de Efeste yapılan konsüle Hesychius ismindeki temsilcisiyle, 451 yılında Kadıköyde yapılan konsüle Paregorios isimli temsilcisiyle katıldı. 524 yılında Kastabalanın yaklaşık 30 km. kuzey batısında bulunan Anazarbosta büyük tahribata yol açan depremin Kastabalayı da etkilemiş olduğu kesindir. İmparator Justin döneminde meydana gelen bu depremden sonra, 561 yılında imparator Justinian zamanında ikinci bir büyük deprem daha Çukurovadaki şehirleri yerle bir etti ve depremin hemen sonrasında başlayan veba salgını Çukurovadan Amik ovasına kadar yayılarak Antakyada dahil olmak üzere tüm şehirlerde ve kırsal alanda büyük can kayıplarına neden oldu. Orta ve geç Bizans dönemlerinde giderek önemini kaybeden Kastabala Haçlı seferlerinin yıkımından sonra kendini bir daha toparlayamamış ve kısa bir süre sonra tamamen terkedilmiştir.
Bugün Kastabala ören yerinde görülen kalıntılar tamamen Roma devrinden kalmadır. Diğer Çukurova kentlerinde olduğu gibi Kastabalada da M.S. 2.yy. sonu ve 3. yy. başlarında artan doğu seferleri nedeniyle doğu cephesine sevk edilen Roma lejyonları ekonomik ve sosyal sorunlara neden olmaktaydılar. Kentlerin bu sorunlarla baş edebilmelerini sağlamak amacıyla imparatorlar ovalık Kilikya kentlerinde yoğun imar faaliyetine girişmişler ve bu kentlere kendi adlarıyla anılan birçok oyun düzenlenmesi ayrıcalığını tanımışlardır. özellikle Septimius Severus tarafından ve daha sonra Severus hanedanı tanrından uygulanan imar politikasının ürünleri Hierapolis-Kastabalanın ayakta kalan yapı kalıntılarında bugün halen izlenebilmektedir.
Kastabalanın oldukça iyi durumda günümüze ulaşan antik yapı kalıntıları arasında en önemlisi hiç şüphesiz sütunlu caddesidir. Kastabalayı Karatepe-Aslantaşa bağlayan asfalt yoldan yaklaşık 300 m. uzunluğundaki sütunlu caddenin bir kısmı görülmektedir. Bu cadde üzerine kalenin üzerinde bulunduğu kayalığın yanından geçip asıl iskan bölgesini oluşturan ve doğu-batı yönünde uzanan vadiye iner.
Kent merkezi; batıda sütunlu caddenin başladığı yerde bulunduğu sanılan bir kapı tarafından sınırlanmaktadır. Güneyde, doğuda ve kuzeyde kentin kurulu olduğu vadiyi çevreleyen tepeler, kent merkezini sınırlamaktaydılar. Kent merkezinin ortasındaki sütunlu cadde batıdan doğuya arazinin eğimine uygun olarak yükselerek üzerinde birkaç tonozun görüldüğü bir yapı kalıntısının bulunduğu bölgenin kuzeyinden geçerek Propylon olduğu sanılan bir anıtsal kapıya ulaşmaktadır. Bu kapı kalıntılarının güneybatısında bulunan ve büyük bir yapıya ait olan mermer mimari parçalar bu tonozların büyük bir yapının altyapısı olduğu izlenimini vermektedir. 1890 yılında Kastabalayı ziyareti sırasında Th. Bnet sözü edilen buluntuları bugünkünden çok daha iyi durumda görmüş ve burayı bugüne kadar yeri kesin olarak belirlenememiş olan Artemis Perasia tapınağının yeri olarak önermiştir. Bu alanın hemen batısında bulunan kuzey kilisesinde devşirme malzeme olarak kullanılmış olan Roma imparatorluk devri mimari parçaları dikkate alındığında buradabüyük bir Roma devri yapısının bulunduğu anlaşılmaktadır. Propylondan geçtikten sonra doğuya yönelen sütunlu cadde bir terasa ulaşmaktadır. Terasın üzerinde bulunan adak yazıtları nedeniyle bazı araştırmacılar kentin ana tanrıçası Artemis Perasia tapınağının burada aranması gerektiğini önermektedirler. Bu terasın hemen altında doğu-batı yönünde kentin Stadionu uzanmaktadır. Bu Stadionun doğu ucu bir istinat duvarı ile sınırlanmakta olup batı ucunda kentin tiyatrosu bulunmaktadır. Tiyatronun güneyinde hamam kalıntıları görülmektedir. Stadion, tiyatro ve hamamın birbirlerine çok yakın bulunduğu bu alan kentin günlük hayatının merkeziydi. Artemis Perasia kültü ile ilişkili dini törenlerin yapıldığı ve komşu kentlerin sporcularının da katıldığı çeşitli oyunların oynandığı Stadion, Artemis Perasia kutsal alanı ile doğrudan bağlantılı olmalıydı.
Şehrin güneybatı kesiminde görülen sütun gövdelerinin oluşturduğu sütun dizisi bazı araştırmacılar tarafından agora, bazıları tarafından da ikinci bir sütunlu cadde olarak tanımlanmaktadır. Kentin, güney, kuzey ve batısında çok sayıda mezar yapıları ve kaya mezarları görülmektedir. Kalenin bulunduğu kayalığın kuzey yamacında ulaşım kolaylığı sağlamak ve kalenin savunulmasını kolaylaştırmak amacıyla bir kaya kesiği açılmıştır. Ayrıca M.S. 6. yy.ın ilk yarısına tarihlenen iki kilise dikkati çekmektedir. Bunlardan kuzeydeki sütunlu caddenin hemen yanında inşa edilmiş olup, yapımında Roma imparatorluk devri yapılarından sökülen mimari parçalar kullanılmıştır. Her iki kiliseyi de ayrıntılı olarak inceleyen O. Feld bunları 6. yy.ın ilk yarısına tarihlemektedir. Kiliselerde erken Bizans devrinde Suriyede yapılmış olan kiliselerin mimari özellikleri görülmektedir.
Kentin su ihtiyacı Ceyhan nehrinin doğu yakasında bulunan Düziçi ilçesine bağlı Karagedik köyü civarındaki kaynaktan açık kaynaklarla getirilen suyun Nergis mahallesi civarında Ceyhan nehri üzerine inşa edilmiş bulunan sukemerleri üzerinde basınçlı su nakline yarayan taştan kapalı borular içinde Ceyhan nehri vadisinden taşınarak kente getirilmesiyle karşılanıyordu.
Kastabalada bulunan yazıtlar ve sikkeler kentte Artemis Perasianın yanı sıra, Asklepios ve Hygieia, Helios, Theos Pyretos gibi tanrıçaların da tapınım gördükleri belgelemektedir. Ayrıca ölmüş ve hayatta olan imparatorlar için diktirilmiş olan yazıtlı yuvarlak sunaklar Kastabalada Roma imparator kültünün varlığını belgelemektedir. Kastabalada bulunan yazıtlarda imparatorlar Caracalla, III. Gordiannın yanı sıra Marcus Aureliusun karısı Faustinada Nea Hera olarak onurlandırılmaktadır.
Yukarıda anlatılan tüm yapı kalıntıları ile Kastabala bugün bir arkeolojik ve doğal park olabilecek özellikleri taşımaktadır. 1994 yılında antik kentin içinden güney kilisesi ve sütunlu caddeyi tahrip olmasına yol açacak şekilde geçirilmek istenen birkaç metre genişliğindeki su kanalı kentin güney sınırında tahribata yol açmaya başladığı sırada fark edilerek ilgili makamların zamanında müdahalesi ile kentin batı kenarından beton taşıyıcı elemanlar üzerinde geçirilerek, tahribat en alt düzeyde tutulmaya çalışılmıştır.
Kastabala harabelerinin içerdiği önemli tarihi ve arkeolojik anıtların her türlü tahribattan özenle korunması, yol gösterici ve açıklayıcı levhalar ile kolayca gezilir hale getirilmeleri halinde, yeni kurulan Osmaniye ilimizin bu güzide antik kenti Karatepe-Aslantaş, Kadirli-Flaviopolis ve Dilekkaya-Anazarbos ile birlikte Çukurovanın doğusunda mutlaka ziyaret edilmesi gereken ören yerleri konumuna kavuşacaktır.
Kaynak:
osmaniye.gov.tr
Dikkat; Fethiye Kastaraba antik kentini arıyorsanız aşağıdaki bağlantıyı takip ediniz
YanıtlaSilhttps://ancientturkey.blogspot.com/2019/11/kastabara-antik-kenti-fethiye-mugla.html?showComment=1573994382323